“Evrende Zeki Hayatın izlerini , uzayın derinliklerinden önce , Dünyada aramak daha akıllıca bir tutum olacaktır.”
Prof. Carl Sagan

 
Ekin tarlaları üzerindeki geniş alanların gece esrarengiz bir biçimde düzleştirilmesiyle oluşan büyük geometrik modellerdir. “Hasat Çemberleri” ya da “Ekin Motifleri” olarak da bilinen bu şekiller bir gecede birdenbire belirmektedirler; kimler ya da hangi güçler tarafından oluşturuldukları görülememiş olsalarda, araştırmalar ve bulgular çok enterasan sonuçlar doğurmaktadır.
Bu gizemli şekiller ilk kez 1980’de, yerel İngiliz gazetesi Wiltshire Times tarafından “Ekin Çemberleri” olarak adlandırılmışlardır. Ekin çemberleri buğday, arpa, çavdar, yulaf, pirinç gibi farklı ürünlerin yetiştiği tarlalarda ortaya çıkabildikleri gibi, nadirende olsa sebze ekili alanlarda, ağaçlık bölgelerde, hatta kar üstünde bile görülebilmektedir. Tahıl tarlalarında, genellikle ekinlerin belirli bir boy ve olgunluğa eriştikleri dönem olan Nisan-Eylül ayları arasında ortaya çıkmaktadırlar. Büyüklükleri şekilden şekile farklılık göstermekle beraber, çapları genelde 5 metre ile 220 metre arasında değişmektedir. Büyük oluşumların uzunluğu 280 metreye kadar varmakta, yaklaşık 10.000 metrekarelik bir alanı kaplayabilmektedirler.
İngiltere, özellikle Stonehenge bölgesi ekin çemberlerinin ana vatanı olarak bilinmekteyse de bu gizemli şekillere hemen hemen her ülkede rastlanmaktadır. En çok İngiltere, Almanya, Rusya, Kanada’da görülmektedirler. Bu şekiller ilk ortaya çıkmaya başladıklarında yalnızca basit, simetrik çemberlerden oluşmaktaydılar. Günümüzde ise, matematiksel anlamda kusursuz grafikler olan spiraller gibi pek çok değişik formda ekin çemberleri ortaya çıkmaktadır. Şekiller zamanla geometrik açıdan hem karmaşıklaşmış hem de mükemmelleşmiştir; Ekin çemberleri genelde yay, üçgen ya da daire biçimindedirler, fakat dikdörtgen ve poligon gibi başka biçimlerde oluşumlara da rastlanmaktadır.
Ekin çemberlerinin hemen hepsinde, alt kısımdaki ekinler, merkezden dışa doğru uzanan bir spirale sahiptirler. Çemberlerin kenarları oldukça düzgündür; pergelle çizilmiş izlenimi vermektedirler. Gerçek ekin çemberlerinde ekinler yere yatıktır ve yerden yaklaşık 1 inç yüksekliktedirler. Ekinler kırılmamışlardır ve genelde büyümeye devam ederler. Bu, ekin çemberlerinin insanlar tarafından yapılmamış olduğunun bir başka kanıtıdır, çünkü normalde ekinlerin bu şekilde düzleştirilmesi kopmalarına, kırılmalarına ve hasar görmelerine neden olmaktadır. Çemberlerden bazıları bir sepet gibi örülmüştür, buna rağmen bitkilerin her biri şaşırtıcı bir biçimde doğru yerdedir. Bu şekillerden bazılarında ise ekinler belli bir yüksekliğe ulaştıktan sonra spiral biçimini almaktadırlar. Bu özellikleri ekin çemberlerini benzersiz kılmaktadır.
Ekin çemberlerinin geçmişi 1670’lere kadar uzanmaktadır, fakat bunların varlığına ilişkin kanıtlar ancak yakın zamanlarda elde edilmeye başlamıştır. Kayıtlara geçen ilk ekin çemberi 1966 yılında, İngiltere’nin Hertfordshire kasabası sakinleri tarafından bulunmuştur. Bu esrarengiz şekiller 1972 yılına kadar bir daha görülmemişlerdir. Ağustos 1972’de, Güney İngiltere’nin Warminister bölgesinde önce bir UFO gözlemlenmiş, ardından da bir buğday tarlasında esrarengiz şekiller belirmiştir. 1972 yılından beri her yıl daha çok sayıda ekin çemberi ortaya çıkmaktadır. 1976 yılında, Langenburg’lü bir çiftçi olan Edwin Fuhr, tarlası üzerinde uçan kubbe şeklinde araçlar görmüştür. O gece tarlayı araştıran Fuhr, burada dört ekin çemberinin oluştuğunu farketmiştir. Bu olayı takip eden üç gün boyunca UFO’lar gözlemlenmeye devam etmiş ve çemberlerin sayısı yediye ulaşmıştır.

Ağustos 1981’de araştırmacı Pat Delgado, basın organlarına, Winchester yakınlarındaki Cheesefoot Head’de bir mısır tarlasında birtakım esrarengiz çemberlerin ortaya çıktığını bildirmiş, olay önce İngiltere’de ardından da tüm dünyada büyük yankı uyandırmış ve dikkatler ekin çemberleri bilmecesine çevrilmiştir.
1983 yılında şu anda dünyanın en önde gelen ekin çemberleri araştırmacılarından biri olan İngiliz mühendis Colin Andrews, Ekin Çemberleri Araştırma (CPR)’yi kurmuştur. Andrews ve Delgado, bu oluşumlarla ilgili detaylı araştırmalar yapmaya başlamışlar, çiftçiler ve diğer tanıklarla görüşmüşler, şekillerin çeşitli açılardan fotoğraflarını çekmişler ve elde ettikleri bulguları değerlendirmişlerdir. 1973 yılından 1997 yılına kadar ortaya çıkan ekin çemberlerinin hepsi CPR arşivlerinde kayıtlıdır.
Delgado ve Andrews, 1987 yılında Wiltshire ve Hampshire kentleri yakınlarında 40’a yakın ekin çemberi bulmuşlardır. Bunlar daire, yüzük, eşmerkezli daire biçiminde üçlü ve beşli oluşumlardı. 1987 yılında, ekin çemberleri oluşumları hem sayı bakımından hem de modellerdeki çeşitlilik ve karmaşıklık açısından yeni bir ivme kazanmıştır. Aynı zamanda bu şekillerin esrarengizliği de artmıştır. Çemberlerin içine giren köpekler hastalanmış, turuncu ışıklar yayan cisimler görülmüş, esrarengiz sesler duyulmuştur. Colin Andrews bu çemberlerin birinin içindeyken “statik elektriğin hışırtılı sesini” duyduğunu söylemiştir.

FARKLI TİPTE ÇEMBERLER
Grafik biçimindeki ilk ekin çemberleri 1990’larda ortaya çıkmaya başlamıştır. Bunlara en iyi örnek, 1994’te Stonehenge’in bir mil kadar güneyinde ortaya çıkan oluşumdur. Stonehenge üzerinde uçan ve yerde olağandışı herhangi bir görünüme rastlamayan bir pilot, yaklaşık 45 dakika sonra aynı yerden geçerken Stonehenge’in tam güneyinde oldukça geniş ve geometrik açıdan kusursuz, grafik biçiminde devasa bir ekin çemberinin ortaya çıktığını farketmiştir. Bu birdenbire ortaya çıkan yaklaşık 134 metrelik oluşumun insanlar tarafından yapılmasının imkansız olduğu, hadi yapıldı desek bile bunun günler alacağı kesindir..
Ekin çemberlerinin en dikkat çekicisi, “tüm çemberlerin anası” olarak da bilinen ve 17 Temmuz 1991’de İngiltere’de, Barbury Kalesi yakınlarındaki bir buğday tarlasında ortaya çıkan oluşumdur. Bu oluşumda, merkezi, dairesel bir alan düzleştirilmiş ve iki eşmerkezli daire ile çevrelenmiştir. Bu dairelerin üstüne ikizkenar bir üçgen yerleştirilmiştir; bu üçgenin her bir köşesinde farklı bir dairesel model bulunmaktadır. Bunlardan biri basit bir çember, diğeri 6 kollu bir fırıldak, sonuncusu ise ilginç bir spiral şeklindedir. Tüm oluşum 190 metre genişliğindedir.
Wiltshire’ın Alton Barnes bölgesindeki Milk Hill’de ortaya çıkan ve “Galaksi” adı verilen ekin çemberi de oldukça ilgi çekicidir. Bu şekil, bir spiral içine kusursuz bir biçimde yerleştirilmiş 400’den fazla çemberden oluşmaktadır. Tüm oluşum 450 metre uzunluğundadır, içindeki çemberlerin çapları ise 30 cm ila 21 metre arasında değişmektedir. “Oluşumda 400 çember bulunduğu ve bunlardan bazılarının çapının 20 metreyi geçtiği düşünülürse, her 30 saniyede bir tane çember çizilmiş olmalıdır ki bu sadece düzleştirme için harcanacak zamandır. Bu oluşum sınırları zorlamaktadır. Geleneksel açıklamalar bu noktada yetersiz kalmaktadır.”
Hampshire’lı araştırmacı Karen Douglas ise bu konuda şu yorumu yapmaktadır: “Bu çok heyecanlandırıcı. Herkes, genelde bu oluşumların aldatmaca olduğunu söyleyenler bile, bu seferkinin muhteşem olduğunu düşünüyor. Onu diğerlerinden farklı kılan muhteşem büyüklüğü ve karmaşıklığı. Daha önce de büyük ekin çemberleri gözlemlenmişti fakat hiçbiri yüzlerce çemberden oluşmuyordu. Bu oluşum insanları gerçekten de hayrete düşürdü.”
Ekin çemberlerinin mükemmel geometrik tasarımları insanları, bunların nasıl yapıldığını araştırmaya itmiştir. Bu esrarengiz şekillerin nasıl oluştuğu hakkında sayısız teori üretilmiş olsa da bunların pek azı ikna edicidir. Bazı araştırmacılar, ekin çemberlerinin oluşumunda normal olmayan hava koşullarının etkili olduğunu iddia etmiş, bazıları ise bu şekillerin belli bir alan üzerinde yoğunlaşan alçak ses frekansları tarafından meydana getirildiğini öne sürmüşlerdir.

Bu konudaki teorilerden biri de, UFO Olaylarını örtbas etmeye çalışan istihbarat birimlerinin halkı yanlış yönlandirmek için ortaya attıkları; bu oluşumların insanlar tarafından sahtekarlık amaçlı yapıldıkları teorisidir. Fakat bu oluşumlar o kadar gelişmiş ve komplike tasarımlara sahiplerdir ki, bu birdenbire beliren devasa ve kusursuz şekillerin insan yapımı olabileceğini düşünmek imkansızdır. Bunun kanıtlanması için, bu şekillerin bazıları kopye edilmeye çalışılmış, fakat küçük bir daire bile düzgün yapılamamıştır. Şekiller zamanla daha da karmaşıklaşmış; DNA spiralini temsil eden şekillerden, oldukça komplike matematiksel figürlere kadar uzanan bir çeşitlilik göstermiştir. Bu yüzden ekin çemberlerinin sahtekarlık ürünü olduğu teorisi de bu şekillerin oluşumunu açıklamakta yetersiz kalmaktadır. Bu konuda en çok destek gören görüş, bu şekillerin dünyamızı ziyaret eden insan dışı zeki varlıklar tarafından yapıldığı görüşüdür.
Ekin çemberlerinin içine giren kişiler, buradayken ya da buradan çıktıktan sonra farklı hisler duyduklarını bildirmişlerdir. Bu kişiler, çemberlerin içindeyken aşırı baş dönmesi ve mide bulantısı yaşadıklarını söylerler. Hatta bazıları bu deneyimin ayaklarını yerden kestiğini söylemektedir. Yeni yüzyıl insanları, ekin çemberlerinin içindeyken kendilerinde iyileştirici güçler hissettiklerini iddia etmektedirler. Bazıları ise ekin çemberlerini bir tür sanat olarak yorumlamakta ve çemberlerin, sanat eserleri gibi derin ve etkileyici anlamlar taşıdıklarına inanmaktadırlar.
Ekin çemberleri sadece insanları değil hayvanları da etkilemektedir; yakın çiftliklerdeki büyükbaş hayvanlar çemberlerin ortaya çıkmasından saatler önce hırçınlaşmaya ve sinirli hareketler yapmaya başlamaktadırlar. Çemberler, aynı zamanda çevrelerindeki elektronik aletlerin bozulmasına neden olmaktadırlar. Çemberlerin üzerinde uçan uçakların içindeki elektronik donanımlar zaman zaman arızalanmaktadır.
Çemberler, ortaya çıktıkları alanı tümüyle etkilemektedir; bir çemberin içindeki ve çevresindeki ekinlerin manyetik yapısı ve yaydığı enerji değişmekte, ürünlerin kromozomları ciddi dönüşümlere uğramaktadır. Manyetik alan değişimleri dolayısıyla bölgede pusulalar çalışmamaktadır. Çemberlerin ortaya çıktığı gecenin sabahı araba aküleri arızalanmakta, Geiger sayaçları bölgede oldukça yüksek oranlarda radyasyon belirlemekte, voltmetreler yüksek seviyede enerji oluşumu tespit etmektedirler. Bu enerji bölgede çok uzun bir süre boyunca, ekinler toplanıp yeni tohumlar ekildikten sonra bile kalmaktadır.

BİLİMSEL ANALİZ

1991 yılında İngiliz Havacılık Dairesi’nin önde gelen araştırma mühendislerinden Thomas Ray Dutton, farklı ekin oluşumlarının havadan çekilen fotoğraflarını incelemiş ve hepsinin de aynı matematiksel modele göre tasarlandığı sonucuna varmıştır. Dutton, ekin çemberlerinin çok yükseklerden gönderilen bir ışın yoluyla oluşturulduğunu söylemektedir:

“Çemberlerin içindeki bitkiler zarar görmüyor ve yere doğru özenle yatırılıyorlar. Çemberlerin, tek tek ve birbiri ardına gelen spiral biçimli vuruşlarla oluşturulduğunu düşünüyorum. Bence bir tür tarayıcı ışın, bitkileri sıra sıra yere doğru eğiyor; bu da ancak lazere benzer bir ışının yukarıdan tarlalara doğru doğrultulmasıyla mümkün. Spirallerin sürekli akış halinde ışınsal bir bileşeni var ve bu da kenarlarda birdenbire durarak net çizgiler oluşturuyor.”
“Fakat bildiğimiz hiçbir enerji türü bu oluşumları meydana getirebilecek kapasitede değil. Örneğin güçlü bir lazer ışını bitkilere büyük ölçüde zarar verir, hatta yanmalarına neden olur. Bu yüzden burada kullanılan enerjinin elektromanyetik enerji ya da lazer enerjisi olmadığını düşünüyorum. Bence buradaki yeni bir enerji türü ve bitkileri onlara zarar vermeden etkiliyor. Bunun bir tür yerçekimsel radyasyon enerjisi olduğunu sanıyorum. Ekin çemberleri, bizden çok daha ileri, kaynağını dünya dışından alan bir teknoloji vasıtasıyla oluşturulmuşa benziyor.”
Dutton’un bulgularını destekleyen başka kanıtlar da bulunmaktadır. Ekin çemberlerinin oluştuğu alanlarda yapılan radyoaktivite ölçümleri, çemberlerin iç kısımlarında radyasyonun maksimum seviyeye ulaştığını ortaya çıkarmıştır. Bu da bize, ekin çemberlerindeki bitkilerin gerçekten de Dutton’ın belirttiği gibi bilinmeyen bir radyoaktif enerjiye maruz kaldıklarını göstermektedir.
25 ekin çemberi üzerinde benzer araştırmalar yapan Boston Üniversitesi astronomi bölümü eski başkanı Dr. Gerald Hawkins, bunların rasgele çizilmiş ve gelişigüzel yerleştirilmiş şekiller olmadığını göstermiştir. Hawkins, çemberleri oluşturan diyagramlar üzerinde matematiksel analizler yaparak dairelerin çaplarının ve halkalar içinde kalan alanların orantılarını belirlemiştir. Analiz sonuçları diyatonik bir orantıya işaret etmekte ve bu da oluşumların hesaplanabilen geometrik modellere göre dizayn edildiğini kanıtlamaktadır.

Yapı Hatları
Hollandalı ekin çemberleri araştırmacısı Bert Janssen, 1998 Temmuz’unda ortaya çıkan ünlü Alton Barnes oluşumunu incelerken, çemberlerin sınırlarının eşmerkezli yedigen kombinasyonundan ve yedi köşeli yıldız şekillerinden meydana gelebileceğini göstermiştir. Alton Barnes’ın havadan çekilen fotoğrafları dikkatlice incelendiğinde, kenarda bulunan ve izlere eşmerkezli olan iki ince, parlak halka göze çarpmaktadır. Janssen, bunların diğer yapı hatlarını doğru oturtabilmek için kullanıldıklarını keşfetmiştir. Düzleştirilmiş gövdelerden oluşan ince çizgiler olan bu yapı hatlarına ana bölgedeki düzleştirilmiş ekinler altında gerçekten de rastlanmaktadır.
Janssen, diğer pek çok oluşumda da benzer yapı hatlarının bulunduğunu keşfetmiştir. Bu da açıkça göstermektedir ki; bu yapı hatları, tarlalardaki oluşumların geometrik inşası için gereklidir. Fakat, kağıt üzerine kalemle çizilen bir çizgiden farklı olarak, ekinler üzerinde oluşturulan bu yapı hatları sonradan silinemez. Janssen düzleştirilmiş arazinin dış tarafında insanoğluna ait en küçük bir iz dahi olmadığına da dikkat çekmektedir. Burada ne ayak izi, ne ezilmiş bitkiler, hiçbirşey bulunamamıştır ki bu da hayli ilginçtir. Janssen’e göre bu bulgular insan mantığına aykırıdır ve bu şekillerin insan yapımı olmadığının en iyi kanıtıdır.

Kimyasal Analiz
Ekin çemberlerinden alınan bitki örnekleri üzerinde ilk kimyasal analizler İngiliz araştırmacılar Kenneth ve Rosemary Spelman tarafından yapılmıştır. Analizlerin sonuçları oldukça etkileyicidir:
“Çemberin farklı bölümlerinden aldığımız örnekler üzerinde yaptığımız analizler sonucu, çemberin içinden alınan bitki örneklerinin, tarlanın diğer bölümlerinden alınan bitki örnekleriyle karşılaştırıldığında, çok büyük değişimlere uğramış olduğunu gördük. Bitki gövdelerinin iç yapıları birbirinden tamamen farklıydı. Çemberin içinden alınan bitki örneği belirgin ve düzenli bir yapıya sahipti; bu da çemberin yoğun bir enerjiye maruz kaldığını gösteriyordu. Buna karşın, çemberin dışından alınan bitki örneği çok daha düzensiz bir paterne sahipti ve aynı şekilde titiz bir yapılanma göstermiyordu.”
Bitki ve tohumlardaki biyo-elektrokimyasal enerjilerin analizi konusunda uzman bio-fizikçi Profesör W.C. Levengood, 1994 yılında yayımlanan bilimsel makalesinde ekin çemberleri ile ilgili bulgularını ilk kez açıklamış ve oluşumların içinde yer alan mısır türü bitkilerin gövdelerindeki yumrulara dikkat çekmiştir. Bu yumrular bir tür bağ görevi yapmakta ve bitkilerin yatay bir duruma getirildikten sonra yukarı doğru kıvrılmasına imkan tanımaktadır. Ekin çemberlerinden ve çemberlerin dışındaki alanlardan alınan bitki örnekleri inceleyen Levengood, ekin çemberlerindeki bitkilerin gerçekten de genetik bir değişime uğradıkları sonucuna varmıştır. Levengood, bu genetik değişimlere iyonlaşmış mikrodalga radyasyonun neden olduğunu söylemiş ve bu radyasyonun gama ışınları, elektron ve proton ışınları yoluyla oluşmuş olabileceğini bildirmiştir.
Levengood yumrulaşmanın nedeninin mikrodalga radyasyonun yarattığı ısı olabileceğini söylemiş ve bitki hücrelerinin içindeki sıvının, bir termometre içindeki civa gibi, termik genleşme yoluyla yumrulaştığını belirtmiştir. Sözkonusu mikrodalga radyasyonun kaynağı bilinmemektedir, fakat Levengood bunun atmosferde oluşan plazma enerjileriyle ilgili olabileceğini söylemiştir. Gerçek yumru uzunlukları ile bitki örneklerinin oluşumların geometrik merkezlerine olan uzaklıkları arasında bir bağlantı olduğunu söyleyen Levengood, bunu radyasyon kaynağının elektromanyetik karakterine bağlamaktadır. Yumru uzunlukları analizi açıkça göstermektedir ki, oluşumlardaki yumrular arazideki izlerle aynı simetriye sahiptir: dairesel. Bu, çemberi yaratan şeyin aynı zamanda yumrulaşmaya da sebep olduğunu göstermektedir.
1995 yılında, Profesör Levengood araştırmacı John Burke ile birlikte ekin çemberleri konulu bir bilimsel makale daha yayımlamış ve oluşumlardaki bitkilerin üzerinde demirimsi tortulara rastlandığını bildirmiştir. Bu konuda pek çok araştırma daha yapılmış, oluşumların içindeki toprağın manyetit yoğunlaşmasını ölçen araştırmacılar ekin çemberleri manyetitinin meteorik kaynaklı olduğu sonucuna varmışlardır. Atmosferde sürüklenen bu meteorik toz, her bir gram toprakta azami 0.4 miligram yoğunlaşmaya neden olmaktadır. Daha yüksek düzeyde bir yoğunlaşma olağandışı kabul edilmektedir. Buna karşılık, ekin çemberlerindeki her bir gram toprakta 20 mg’dan 250 mg’a kadar varabilen yoğunlaşmalar tespit edilmiştir ki bu normal değerlerin yaklaşık 600 kat üstündedir. Bu bulgular ekin çemberlerinin çevresinde, meteorik tozu kendine çeken manyetik alanların varlığına işaret etmektedir. Bunlar aynı zamanda ekin çemberlerinin oluşumlarında atmosfer içinde bulunan ya da atmosferden gelen bir faktörün rol oynadığını göstermektedir.

Öte yandan, beş ayrı oluşumdan alınan toprak örneklerini inceleyen ve bunları yine aynı oluşumların 10 ila 100 metre uzağından alınan kontrol örnekleriyle karşılaştıran nükleer fizikçi Marshall Dudley, toprakların kimyasal değişime uğradıklarını ve bu yüzden de daha çok su depoladıklarını söylemiştir. Bu mikroskobik hatta atomik düzeydeki değişimlere ekinlerin ezilmesi ya da düzleştirilmesi gibi çıplak gözle görülebilir bir faktörün neden olması mümkün değildi. Dahası, bu sonuçlar olayda bilinmeyen bir enerjinin rol aldığını da göstermekteydi. Dudley’nin araştırmalarında ulaştığı bu sonuç, Şubat 1992’de MUFON UFO Dergisi’nde yayımlanmıştır. Bu makaleye göre Dudley, Beckhampton’daki “Balık” oluşumlarından alınan iki toprak örneğinde doğada bulunmayan 13 kısa, yarı-ömürlü radyoaktif izotop keşfetmiştir; bunların 11’ine çemberin hemen yakınından alınan kontrol örneklerinde rastlanmamaktadır. Bu izotopların hiçbiri Çernobil olayı ya da bilinen diğer bir nedenle ilişkilendirilememektedir. Bu izotopların ortak bir noktaları vardır: toprağa ikinci hücre çekirdekleri yoluyla ısı yayıldığı sırada oluşmuşlardır.
İngiliz UFO araştırmacısı Dr. Amen Victorian, Dr. Levengood ve Dr. Dudley’nin araştırmalarını ABD’nin New Mexico eyaletindeki Kirtland Hava Kuvvetleri Üssü’ndeki bir mikrodalga uzmanına göstermiş ve tüm bu değişimlerin tipik mikrodalga hareketleri olduğu cevabını almıştır. Victorian, araştırmasında, İngiltere’deki oluşumlarda gözlemlenen yanık izlerini inceleyen meslekdaşı araştırmacı Omar Fowler’ın raporundan da alıntılar yapmaktadır. Fowler raporunda şunları belirtmektedir:
“Ekin çemberleri üzerinde yaptığım yedi yıllık araştırma sonucunda, bu oluşumların ortak bir noktası olduğunu gördüm. Buğday ve arpa tarlalarındaki oluşumlarda, düzleşmemiş, tek başına duran, üst kısımları 55 cm yüksekliğe ulaştıktan sonra eğilmiş bitki gövdeleri bulunmaktaydı. Bu tek başına duran gövdelerin başka ortak özellikleri de vardı: üzerlerinde benzer noktalarda küçük kırışıklıklar ve yanık izleri bulunmaktaydı.
“Gövdelerdeki bu kırışıklıklar ve küçük yanık izleri, ekin çemberlerinin mikrodalga hareketler sonucu oluştuğu anlamına gelebilir. Bilindiği gibi, alt GHz frekansındaki mikrodalga ışınlar hedefe binlerce mil uzaklıktan yalnızca bir kaç milimetrelik sapmayla gönderilebilmektedir. Bu ışınlar ayrıca, istenilen herhangi bir modeli hedef noktaya iletmeye de programlanabilmektedir. Bu yüzden, ekin çemberleri, hedef alana dairesel bir modele göre programlanmış mikrodalga ışınlar gönderilmesiyle oluşuyor olabilir.”
Peki yerçekimsel mikrodalga radyasyonu kim bu kadar zekice kullanmaktadır? Ve bununla amaçladıkları nedir?
Öte yandan, beş ayrı oluşumdan alınan toprak örneklerini inceleyen nükleer fizikçi Marshall Dudley, toprakların kimyasal değişime uğradıklarını söylemiştir. Dudley’e göre, bu mikroskobik hatta atomik düzeydeki değişimlere çıplak gözle görülebilir bir faktörün neden olması mümkün değildi. Bu sonuçlar olayda bilinmeyen bir enerjinin rol aldığını da göstermekteydi.

Işık Topları Analizi
Ekin çemberlerinin “ışık saçan toplar” tarafından oluşturulduğuna tanık olduğunu söyleyen pek çok kişi bulunmaktadır. Bu görgü tanıklarının, oluşumların ortaya çıkmalarından kısa bir süre sonra içlerinden yüksek bir sıcaklığın yayıldığını ifade etmeleri, bize ekinlerdeki yumruların nasıl oluştuğu hakkında ipuçları vermektedir: ısı ve su dolu yumruların termik genleşmesi.
Hollandalı fizikçi Eltjo H. Haselhoff, “Ekin Çemberleri’nin artan karmaşıklığı” adlı kitabında, elektromanyetik bir karakteristiğe sahip olan küçük radyasyon kaynaklarının, yani ışık toplarının, ekin çemberlerinin oluşumunda doğrudan rol oynadığını söylemektedir. Haselhoff, yumru uzunluklarındaki artışın Levengood’un da belirttiği gibi, termik bir genleşme sonucu oluşmuş olabileceğini belirtmektedir. Bu ısıya gerçekten de arazi üzerinde asılı duran ışık toplarının neden olduğunu ve bu ışık toplarının arazi üzerinde “h” yüksekliğinde bulunduğunu varsayarsak, ışık topu ve çemberin merkezinden “d” uzaklığında bulunan bir nokta arasındaki mesafe şöyle formüle edilebilir:
r= Öh2 + d2
Işık topları tarafından yayılan radyasyonun etkisi çemberlerin merkezinde en üst düzeye ulaşmakta, kenarlara doğru bu oran düşmektedir. Bu noktada, çemberin toprak seviyesindeki sıcaklık dağılımını hesaplamayı sağlayacak matematiksel bir model yaratmış oluyoruz. Bundan sonra yapılacak şey, ölçümlerimizi bu modelle karşılaştırmaktır. Bu bir çok yolla yapılabilir, fakat biz geriye dönüşlü doğrusal analiz olarak bilinen metodu kullanacağız. Bu metotta, ölçümler bir grafik üzerindeki noktalarla temsil edilmektedir. Eğer ölçümler oluşturulan matematiksel modelle uyum içindeyse noktalar düz bir çizgi üzerinde yer almaktadır. Dikey eksen, ölçülen yumru uzunluğu artışını temsil ederken , yatay eksen, ışık topları ile örneklerin toplandığı yer arasındaki uzaklığı göstermektedir. Bu örnek için sözkonusu uzaklık 4.1 metre olarak belirlenmiştir.
Grafikte, kırmızı noktalarla gösterilen ölçümlerin gerçekten de düz bir çizgi üzerinde yer aldıklarını görmekteyiz. Bu denklem için Pearson katsayısı 0,988 olarak hesaplanmıştır. Bu da ölçümlerle oluşturulan model arasında mükemmele yakın bir uyum olduğunu göstermektedir. Bu bulgular, topraktaki ısı dağılımının, küçük elektromanyetik kaynakların yaratacağı ısıyla hemen hemen aynı olduğunu göstermektedir.
Prof. Levengood da ABD ile İngiltere’deki 3 farklı ekin çemberinden alınan örneklerdeki yumru uzunlukları üzerine benzer bir analiz yapmıştır. Sonuçlar aynıdır: Doğrusal geriye dönüş katsayıları 1’e yakın değerlerdedir; bu da yumruların elektromanyetik bir kaynak tarafından oluşturulduğunun bir kanıtıdır. İlginçtir ki, aynı analiz Hollanda Dreischor’daki insan yapımı bir çember oluşum üzerinde uygulandığında, beklendiği üzere, sonuçlar denkleme uyum sağlamamıştır. Bu da demek oluyor ki; ışık toplarının bazı ekin çemberlerinin oluşumunda doğrudan rol aldığı hipotezi artık bir hipotez değil,
bilimsel olarak kanıtlanmış ve kabul edilmiş bir gerçektir.