Ley hatları dünyamızın, üzerinde yoğun bir enerji akışı gerçekleşen manyetik hatlarının bulunduğu enerji damarlarıdır.
Dünyayı saran bu hatların birbirleriyle kesiştikleri noktalar, büyük enerjilerin açığa çıktığı, bir bakıma yeryüzü enerjisinin kaynak noktaları, dünyanın enerji cennetleridir.
Ley hatları adeta gözle görülmeyen bir elektrik kablosu gibi dünyayı çepeçevre sarar. Yıldızlardaki, gezegenlerdeki, güneşteki, tüm evrendeki enerjileri alıp dünyaya, dünyadaki enerjileri de evrene yayar.
5d0548cf871b0ed866a2d96f46a0d4dd_1283085740Ley Hatlarının Keşfi
Her şey 1921 yılında, Britanya’nın kullandığı yolların temeli olan antik Roma yollarını inceleyen Arkeolog Alfred Watkins’in eski Roma yollarının daha da eski uygarlıklara ait olan yollar üzerinde kurulduğunu bulmasıyla başlıyor.
Antik haritalar, bölgelerin yeni isimleri ile eski dillerdeki isimleri arasındaki benzerlikler ve çatal-çubuk gibi yöntemlerle ley hatlarının yerini tespit eden Alfred Watkins, kullandığı bu yöntemler sayesinde, çoktan toprak altında kalmış, modern hayatta varlığı hiç bilinmeyen pek çok eski yapıya ulaşıyor.
Ortada varlığına dair hiçbir iz bulunmayan bu arkeolojik eserler, ley hatları üzerinde boylu boyunca uzanmış, adeta birinin gelip onları bulmasını bekliyor. Onları bulmak için yapılması gereken tek şey ise, ley hattının nereden gelmekte ve nereye gitmekte olduğunu bulmak.
Çünkü uygarlıklar, gözle görülemeyen bu enerji akışını hiç terk etmemiş, zaman içinde yerlerini birbirlerinden devralırken ley hatlarına sadık kalarak yapılanmışlardı.
Yol boyunca bu enerjiden faydalanmak ister gibi, anayollar ley akışları üzerinde kurulurken, mabetler, tapınaklar, kutsal yapılar ley hatlarının kesiştiği noktalar üzerine inşa edilmişti.
Konu açığa çıktığında beklenen ilgiyi görüp daha derinden incelenince, bu yapıların bir zincir halinde tüm Avrupa boyunca devam ettiği anlaşıldı. Keltler ve Druitler tarafından inşa edilmiş tapınaklar, yerini zamanla Avrupa’yı etkisi altına alan Hıristiyanlık dininin kutsal yapılarına bırakmıştı.
Araştırmaların kapsamı geliştikçe, dünya üzerinde haberdar olduğumuz ve adını bile duymadığımız önemli yapıların çoğunun aslında ley hatlarını görünür kılmak için inşa edilmiş yapılar olduğu görüldü.
Ley hatlarından yayılan enerji pozitif ya da negatif şekilde yayılım gösterdiğinden, bu yapıların özellikle belli merkezlere inşa edilmesinin sebepleri ile ilgili de iki farklı görüş bulunuyor.
Birinci ve pozitif bir yaklaşıma göre ley hatları üzerinde kurulan binalar, sağlığını, başarısını, iyi şansını, buradan aldığı pozitif enerjiden sağlıyor.
Özellikle Uzakdoğu’da uygulanan Feng Shui biliminin de çıkış noktası sayılabilecek bu görüş, olumlu bir akışa ve yaşamsal berekete sahip bir toprak parçası üzerinde kurulan mekanların, su, ateş, hava, ışık gibi etkenlerin doğru kullanıldığı bir yerleşim biçimi içinde, kötü enerjileri bloke ederek, iyi enerjileri içerde tuttuğu, sağlıklı, bereketli, mutlu birer yaşam alanına dönüştüreceği düşüncesinden yola çıkıyor.
Bu açıdan bakıldığında Çin’de Dragon Çizgileri olarak adlandırılan Ley Hatları üzerinde uzanan devasa uzunluktaki meşhur Çin Seddi’nin, bize ezberletildiği gibi yoğun Türk akınlarını durdurmak dışında, kötü enerjiyi dışarıda, iyi enerjiyi de içerde tutan bir blokaj sistemi oluşturmak gibi bir amacı olabileceği fikri akla geliyor.
Zira yine aynı Çinliler, insan vücudu üzerinde yaşamsal enerjilerin aktığı hatlarda oluşan tıkanıklıkları dengelemek için belirli bölgelere iğneler saplamak suretiyle geliştirdikleri Akupunktur Tedavisi ile binlerce yıldır, pek çok hastalığı enerji akışını kontrol ederek iyileştiriyorlar.
İkinci ve negatif görüş ise, ley hatları üzerine yerleştirilen yapıların, dünyayı, hastalık, fakirlik, çeşitli felaketler ve savaşlar yaratacak şekilde kötü enerjiyi yönetmekte kullanmak amacıyla inşa edildikleri yönünde.
Masonlar, Siyonistler, Deccal, şeytan, Lucifer gibi tanıdık simaların organize ettiği düşünülen bu sistematik kötülük kapsamında, dünyada olup biten tüm hezeyanın başlıca sorumlusu ley hatları üzerinde kurulan yapılar.
Ley hatlarındaki enerjilerin de her güzel şey gibi hem iyi, hem de kötü niyetlerle kullanılabileceği fikri makul olmakla birlikte, her dinin ley hatları üzerindeki kendi kutsal yapısını iyi niyetli, diğer inançlarınkini ise şeytani amaçlara hizmet eden yapılar olarak değerlendirmesi çağdaş! dünyanın tanıdık kafatasçı yaklaşımlarından biri olmaktan öteye gitmiyor.
Eski Haritalarda Ley Hatları
Enlem, boylam, paralel, meridyen gibi kavramların bulunmadığı zamanlara ait haritalarda, gizemli çizgiler, bu çizgilere ait kesişme noktaları, akışlar bulunur.
Alfred Watkins ley hatlarını araştırırken antik haritalardaki bu işaretlerden faydalanmıştır.
Portolan tarzında yapılmış olan Piri Reis haritalarındaki çizgiler ve kesişme noktaları ilginç şekilde ley hatlarıyla örtüşmekte.
Modern teknolojinin olmadığı dönemlerde, ley hatlarının yerini bulmak için çatal çubuk yöntemi ile yapılan ölçümler, günümüz teknolojisinin gelişmiş cihazları ile yapılan ölçümlerle birebir örtüştüğünden, eski zamanda çıkarılmış ley haritalarının doğru olduğu anlaşılmaktadır.
Ley Hatlarındaki Enerji Akışı
Sabit olmayan ve zamanla kayan, değişen leylerin akışı oldukça spesifiktir. Ekvator üzerinde bulunan kubbe biçimindeki dağlarda saat yönünün tersine, ekvatorun altında bulunan dağlarda ise saat yönünde spirallenirler.
Ley hatlarının akışı piramit şeklindeki dağlarda yukarı doğru aktığından, dağ zirveleri yüksek frekanslar içerir.
İnsan bedeninin geçirdiği değişimler gibi, dünya da değişmekte, farklılaşmaktadır. Aynı şekilde ley sistemi de uyarılmakta ve değişmekte.
Dünya’nın yaklaşan mezuniyeti, yükselişin habercisidir ve hem dünyanın hem de insanın hassaslık seviyesi ayarlanmaktadır.
Ley Hatları Ve Atlantis
Nikola Tesla, elektriğin kablosuz olarak iletilebileceğini öne sürdüğünde, Edison’un siyasi çevresinin gücü bu buluşun topluma yayılmasını önledi. Oysa Tesla’nın çalışmalarının temeli kadim bir bilgiye dayanıyordu.
Benzer bir fikirle günümüzde, altına elektrik akımı döşenmiş, enerjisini üzerinde gittiği yoldan alan manyetik otobanlarda, yerden hafifçe yüksekte giden arabalar tasarlanıyor.
Peki eski uygarlıklar, bizim unuttuğumuz ley akışlarını kullanarak şu anda ancak hayalini kurduğumuz bir teknolojiye sahip olamazlar mı?
Atlantis ve Mu’nun günümüz teknolojisinden çok daha gelişmiş bir teknolojiye sahip olabileceği düşüncesi pek çokları için fantastik bir kurgu olmaktan öteye geçmiyor.
Elbette, “Atlantis’in uçan arabaları” fikri, dudağınızda alaycı bir tebessüm yaratabilir. Fakat bunların sadece doğanın kanunları içinde, tabiat ile uyum içinde hareket eden araçlar olduğunu ve “teknoloji” kelimesinden anlaşılması gerekenin de, dünyanın zaten sahip olduğu bir enerjinin doğru şekilde kullanılmasından ibaret olduğunu düşünürsek, uçan arabalar fikri biraz daha akla yatkın görünmez mi?
Ayrı bir inceleme konusu olan Hindistan’ın Mahabarata Destanı’nda anlatılan ve günümüz teknolojisinden çok daha ileri araç ve silahların kullanıldığı büyük savaşların Atlantis’in sonunu getirdiğini, uygarlıkların çöktüğünü ve bir zamanlar gezegenin kendisinden ve evrenin geri kalanından alınan enerjileri insanlığın faydasına kullanmak amacıyla inşa edilen piramitlerin, bugün hala sırrı çözülememiş, geometrik şaheserler olarak kaldığını düşünenler az değil.
Bağdat Pili
Arkeolojik kazılar sonucunda Druid’lerin yaşadığı bölgelerde, ki bu bölgelerin kuvvetli ley akışları üzerinde kurulu olduğunu söylemiştik; pil yapımında kullanılan karbon, çinko ve demir bulunmuş. Oysa pil yapımı Druidlerden binlerce yıl sonra bulunacakken…
Kimyasal enerjinin depolanarak, elektriksel bir forma dönüştürülmesini sağlayan pil, gelişimine 1800’de İtalyan fizikçi Alessandro Volta ile başlamışken, nasıl oluyor da Arkeolog Dr. Wilhelm Konig, Irak’ta yaptığı kazılar sırasında M.Ö 2550 yılına ait olduğu saptanan bir pil buluyor?
Dr. Konig Irak’taki Sümer kazıları sırasında, parlak sarı kilden yapılmış, 15 cm yüksekliğinde 2000 yıllık bir çömlek bulur. İlginç olansa çömleğin içinde bulduğu, 3.8 çapında, 5 cm yüksekliğinde, kenarları 60/40 oranında kurşun-kalay karışımıyla kaplanmış, ki bu oran günümüzde pil yapımında kullanılan en iyi kurşun-kalay karışım oranı olarak biliniyor, bakır levhadan yapılmış silindir.
İşte bilim adamlarını şaşkına çeviren ve dünyanın en gizemli on nesnesinden biri olarak kabul edilen bu buluş “Bağdat Pili” olarak biliniyor.
Ley Hatları Üzerinde Araştırmalar
Bu konuyla ilgili bir başka deneyde de radyetesi uzmanı Bill Louis, Londra Emperial Kolejden
Dr. Eduardo Balonovski ve ünlü bilim adamı Fizik ve Matematik Profesörü John Taylor’la birlikte güney Galler’de bir nehir kenarında bulunan 4 metrelik tarih öncesi bir taşı incelediklerinde Bill, bu taştan zamanla değişen bir manyetik alanın varlığını hissetmeye başlar.
Bill’ in akabinde Taylor ve Balanovski, bu taşı Gauss-metre (manyetik ölçerle) ölçtüklerinde bu alanın İngiltere’ ye ait olan 0,47 gaussluk değerinin üzerinde olduğunu, ayrıca bu enerjinin spiral biçimde uzaya doğru yayıldığını tespit etmişlerdir.
Ley hatları üzerine konulan taşların tesadüfi olarak belli hizalarda ve mesafelerde konumlandırıldığını düşünen bazı matematikçiler de iddialarını bilgisayar yardımıyla kanıtlamak için yaptıkları araştırmaların sonuçları karşısında büsbütün şok geçirmişlerdi.
Çünkü, matematiksel olarak da bu taşların tesadüfi yerleştirilemeyeceği net olarak görülmüştü.
Aynı şekilde 1900’ lü yılların başında Greenwich Rasathanesi müdürü Sir Norman Lockyer ile 30’lu yıllarda Oxford Üniversitesi Mühendislik Bölümünden Prof. Alexandre Thom da çok geniş çaplı araştırmalarda bu taşların ley hatları boyunca tesadüfi olarak yerleştirilmediğini kanıtlamışlardır.
80’ li yılların başında Arkeoloji Enstitüsünde araştırmacı olan inorganik kimyacı Dr. Don Robbins de taşlardan kurulu dairesel yapıların çeşitli (E-M) enerji yayımladıklarını bilimsel olarak tespit etmiştir.
Dr. Robinson’ un keşfettiği, sadece bununla sınırlı değildi.
Bunun yanında bu taşlardan gece ve gündüzün eşit olduğu Mart ve Eylül gün dönümlerinde çok daha yüksek frekanslı dalga yayınımı olduğunu, topraktaki radyoaktivite oranının daire dışında olana oranla çok çok düşük bulunduğunu ve bu taş yapıdaki enerjinin uzaydan gelerek dünyaya kadar inen kozmik ışınları durdurup koruyucu bir kalkan gibi hep bu dairenin dışında tuttuğunu da belirlemiştir.