Evrende bulunan her şeyi yarattığına ve koruduğuna inanılan yüce varlık. Tanrının ansiklopedilerde görebileceğimiz tanımı bu şekildedir. Peki nereden oluşa gelmiştir bu kavram?
Tanrılar hakkındaki bilgilerimizin kaynağı, milattan önceki yüzyıllardan zamanımıza kadar gelebilmiş olan yazılı destanlarla (Finlilerin Kalevalası, Hintlilerin Veda ve Upanishad ve öteki kutsal destanları, Cermenlerin Nibelüngen ve Lohengrini ile Helenlerin Odessa ve İliada’sı vb..) yazılı ve yazısız anıtlarla taşınabilen ve taşınamayan antik eşyalardır. Mitoloji vasıtası ile hemen her kavmin inanmış olduğu mistik güçlerin -adları başka başka olsa da- küçük farklarla birbirlerine özdeş olduklarını, bunların insanlarınkilere benzeyen eğilimler, ihtiyaçlar ve tutkularla hareket ettiklerini öğrenmekte olduğumuz gibi, Tanrılar alemiyle insanlar alemi arasında paralel ve genel bir benzeşimin de bulunduğunu anlıyoruz. Bu itibarla, mitolojik tanrılar insan kılığına girmeden evvel bile insanların ruhsal yapısını yansıtmakta idiler; yani totemler, fetişler, Mana, hayvan tanrılar bile insanların birbirine yaptıkları, birbirlerinden bekledikleri eylem ve davranışlarla hareket etmektedir.
İnsanlar doğa yasalarını bilmemekten doğan korkuları özellikle ölüm korkusunu yenmek için, baş edemediği, yenilgiye uğratamadığı olay ya da varlıklar karşısında sığındığı, kendisinden çok yüce varlıklar yaratmışlardır. Toplumsal duygu ve inançların ürünü veya nedeni olan ortaklaşa ihtiyaç ve heyecanlar, bağıcılar ve rahipler gibi özel yaradılışlı kimselerin telkin ve girişimleri arasında din kurumu oluşmuş, bu sezilen ya da imgelenen yani insanın kendi yaratmış ve tasarlamış olduğu güçler somut biçimlerle nesnelleştirilmişlerdir.
Sosyoloji çeşitli dinlerin çağlar boyunca nasıl kurulduklarını ve tanrı kavramı bakımından nasıl geliştiklerini incelemiş, ilkel topluluklardaki gizli kuvvet, büyü kavramının aminizm’e (iradeli fakat pek az kişiselleştirilmiş ruhlara inanç) dönüştüğünü sonra fetişizm çağının (aminist fikirlerin belirli, imal edilmiş nesneler, putlar üzerinde toplanması ve insanların gizli bir güç taşıdığına inandığı bu nesnelere tapması) geldiğini, bunu çoktanrıcılığın (putlara mal edilen güç ve kişiliğin insana benzeyen fakat ondan çok daha üstün, görünmez, ölümsüz olan ve ayrıca da insanların erişemeyeceği yerlerde oturan varlılara aktarılması) tektanrıcılığın (bütün nitelikleri kendisinde toplayan tek bir Tanrı fikri) ve Tanrı ile evreni birleştiren hep tanrıcılığın (panteizm) izlediğini göstermiştir.
Ruhçu ve idealist açıklamaya göre dinler Tanrı fikrinden doğmuştur. Tanrı fikri de herhangi bir dünyevi varlık veya nesneye bağlanamayacağı için doğrudan doğruya Tanrıdan gelmiştir. Dolayısı ile Tanrı fikri incelenince bu fikrin bağlı olduğu varlığa yani Tanrının kendisine, varlığına ve niteliklerine ulaşmak mümkündür.
Tanrı inancı ile din inancı arasında zorunlu bir ilişki yoktur. Zira tanrısız dinler olduğu gibi gerçek dinle ilgisi olmayan tanrılar da vardır. Buda ve Konfüçyus gibi giderek din halini almış öğretilerde açıkça Tanrı yoktur. Bir vahye dayanmayan dinlerin ise türlü tanrıları vardır. Peygamberlerin getirmiş oldukları dinlerin tanrı hakkındaki bildirileri de başka başka özellikler taşımaktadır. Bu konunun türlü kavimlerdeki gelişimine dikkat edilirse insanın tanrılaştırmadığı hiç bir nesnenin mevcut olmadığı görülür.
Mistikler de bu hakikati birtakım romantik ve melankolik duygular içerisinde daha açık ve cesur bir inançla itiraf ve ifade etmişleridir. Mesela Mevlana “Eğer sureti olmayan sevgilinin suretini görecek olursanız, efendinin de kölenin de sizin kendiniz olduğunu anlarsınız, zira her cüz, küllün aynı oldu ve cüzler baştan başa kül oldular.”demekle panteistik bir görüşle Yaradan’la yarattığının birlik, tümellik ve özdeşliğini savunmuş olur.
İnsanların tanrı saymadıkları hemen hemen hiçbir şey yok gibidir ve tanrılara yükletilmiş olan nitelikler, benzetme ve mubahla etme yoluyla elde edilmiş olan tabii ve beşeri kuvvetlerden başka bir şey değildir. Yani insanoğlu kendi iyi ve kötü alışkanlıkları ile eğilimlerinin hepsini tanrılarına da yüklemiş ve onları kendi suretlerinde ve kendilerine benzer fakat üstün varlıklar olarak kutlamışlardır.
 
ONGUNCULUK (TOTEMİZM)
Bazı sosyolog ve tarihçiler totemizmi dinlerin en ilkeli olarak kabul ederler. Ongunculuk adına klan denilen bir insanlar grubunu bazı kutsal yaratıklara ya da kimi kutsal nesnelere bağlayan dindir. Ongun sözcüğü Kuzey Amerika Kızılderililerinden Algonkinler tarafından kullanılmaktaydı.
Totem terimi bir klanın bütün üyelerinin kutsal saydıkları yaratıklar ya da nesneler çeşidini göstermektedir. Bunlar çoğu zaman kanguru, manda, kartal, tırtıl gibi hayvanlar, kimi zaman çay fidanı gibi bitkiler ve daha seyrek olarak da yağmur, deniz gibi şeylerdir. Örneğin kanguru klanının bütün üyeleri bütün kanguru çeşitlerini kutsal sayarlar.
Totem aynı zamanda klanın bütün üyelerinin taşıdıkları ve bunların hepsini birleştiren addır. Sırf bir klanın adını taşımak yüzünden bir insan o klana üye sayılır. Klanın üyeleri dış görünüşlerini kendi totemlerine uydurmaya çalışırlardı. Böylelikle hem bir ayrım sözkonusu idi klanlar arasında hem de klan üyesi kendisini “taptığına” daha yakın hissediyordu.
İlkel insan tanrılarını her ne pahasına olursa olsun iyiliklerini, ihsanlarını elde etmek zorunda olduğu yabancılar, düşmanlar, tam anlamıyla zararlı varlıklar gibi görmemiştir, tam tersine bu tanrılar onun için bir dost ve hısım, doğal birer koruyucudur.Tapınırken hitap edilen güç çok yükseklerde dolaşan ve kullarını üstünlüğü ile ezen bir güç değildir. Tersine, bu güç, tapınanın hemen yanıbaşındadır ve doğal olarak sahip olamadığı yararlı güçleri ona aşılar.
Bir kabilenin tüm klanları için ortak tapınma yol ve yöntemini kurmuş sayılan bazı ruhlar, gerçek birer kabile tanrısı haline girerler. Hatta bu tanrıların başka kabilelerce de tanındıkları olur. Bu törenler hem dinsel hem laik nitelikte bir tür uluslararası panayırlardır. Bu törenler vasıtası ile bir düşünce alışverişi olur ve uluslararası bir mitologya doğar. Örneğin Tanrı Bunjil Victoria Devletinin hemen her yanında tapınılan bir tanrı haline gelmiştir ve her yanda da nitelikleri aynıdır. Ölmez ve hatta sonsuz bir varlıktır o; çünkü hiçbir başka varlıktan gelme değildir. Bir süre yeryüzünde oturduktan sonra gök’e çıkarılmış ve çıkmıştır ve orada da ailesi ile birlikte yaşamayı sürdürmektedir. Yıldızlar üzerinde gücü vardır. Güneşle ayın yürüyüşlerini ayarlayan odur, onlara buyruk verir. Buluttan şimşek çıkaran, yıldırımı atan odur. İnsanların babası diye adlandırılır ve insanları yaratanın o olduğu söylenir.
 
MISIR
İnsanlar MÖ V.binyılda Nil kıyılarına yerleşerek ırmak boyunca siyasi oluşumlar kurdular. Mısır’ın birliği sağlandıktan sonra bunlardan her biri eyalet veya nomos haline geldi. Her eyalet kendi yerel tapınaklarında eski kimliğine ait tanrılarını korudu ve saygı gösterdi. Tanrılar çoğunlukla hayvanlardan oluşuyordu veya hayvan görünümündeydiler. Ayrıca ağaç veya yıldırım gibi evrensel güçlerin simgelediği tanrılar da vardı. Bu tanrılar Mısır tarihi boyunca yerel düzeyde varlıklarını korudular. Ayrıca yer değiştirdiler ve iç içe girdiler. Nitekim imparatorluk tanrısı Horus hem savaşçı hem de yönetici bir şahindi. Osiris, Hathor gibileri ise çok yönlü çocuk tanrılardı. Bazı tanrılar özgün karaktere sahip oldular. Ülkeye firavun veren nomosların tanrıları bütün Mısır’ın da tanrıları haline geldi. Heliopolisin Güneş tanrısı Ra genelleşen ilk tanrı oldu. Teb firavunları Amon’u benimsettiler, iki tanrı kaynaştı ve ortayaAmon-Ra çıktı. Uzmanlar tanrısal soy zincirlerinin tarih boyunca hareketli olan ailelerden oluştuğunu düşünürler. Bu ailelerden yalnız biri evrensel saygı gördü. Bu aile Abydos tanrısı Osiris, eşi İsis ve oğulları Horus’dan oluşuyordu. Mısırlılar dini yaşamları içerisinde dinlerinin gereklerini özellikle nomos çerçevesi içinde uyguluyorlardı. Az sayıda tanrıya özen göstermekteydiler. Bunlar arasında birkaçı bütün Mısırlılarca paylaşılıyordu. Osiris bunlardan biriydi. Yüzlerce tapınaktaki tapınma biçimlerini ve ilahiyat sisteminin karmaşıklığını, firavun ve çevresindeki bilginlerin dışında kimse anlamıyordu. Halk yalnızca yerel tanrılara ve özellikle kutsal hayvanlar gibi varlığına alışık olduğu tanrılara tapıyordu.
Gizli güçlerin tam insan biçimine girmeleri daha çok İyonyada gerçeklenmiştir. Antikçağın din sistemlerinden hiçbiri tek bir ilahi varlık arama girişimlerine yabancı değildi ve birçok tanrı, bu ilahi varlığın farklı ifadeleri olabilirdi. Mısır’da bu kuralın dışında değildi. Bir Mısır metni: “Tanrı kendisi için bir şey yapanı bilir” der. Tek Tanrı düşünü de eski Mısırda Firavun Amentep IV tarafından denenmiştir. Fakat Aton adı verilen bu tanrı, gerçekte imparatoru temsil etmekte olduğundan kitaplı dinlerin savunduğu tek Tanrının tüm niteliklerine sahip değildir. Bu dinde tek tanrı Aton veya Aten’dir. Bu tanrı, uçlarında birer el bulunan şualar neşreden bir güneş şeklinde gösterilmektedir. Kral ve kraliçeye uzanan eller bir ankh sembolü tutmaktadır. (Ankh sembolü üst tarafı yassı bir daire olan bir haç şeklindedir ve ebedi hayatı remzeder.) Kral ve kraliçe Tanrı ile bir tutulduğundan Ankh yalnız onlara yönlendirilmiştir. Aynı sülaleden olan ve krallığın transmisyonunda hak sahibi prensesler bile bu haktan mahrumdur. Amarna doktrini bu şekilde Tanrının insanlığa her gün iki şekilde görünmesini kabul eder: Hayatın menşei olan güneş ve akabinde oğlu olan Kral. Her ikisi sabah şafak vakti doğar ve insanlığa görünürler. Aton devrinde Mısır’da birçok mabet inşa edilmiş ve en muhteşemleri Akhenaten şehrinde bulunmaktaydı. Bu mabetlerin özelliği damlarının bulunmamasıydı. Böylece güneş bütün varlığı ile mabedin içini aydınlatıyor ve varlığını hissettiriyordu. Bu mabetlerde törenler güneşin doğuşunda ve batışında icra ediliyordu. Aynı zamanda büyük rahip unvanına sahip olan kral bu törenleri bizzat idare ediyordu. Kraliçe de ona refakat ederdi. Törenin devamında Aton’a olan saygının nişanesi bir ilahi terennüm edilir ve sonunda Akhenaton ile Nefertiti, Tanrının ismi yazılı bir parlak yüzeyli levhayı bir tepsi üstünde ve yukarıya doğru kaldırarak törene iştirak edenlere gösterirlerdi. Böylece levhada ismi yazılı olandan başka bir tanrının mevcut olmadığı cemaate hatırlatılırdı. IV.Amenofis güneşte görülen Aton’u tek tanrı ilan ettiğinde bu girişimi Mısırlılarca desteklenebilirdi. Ama adını Akhenaton olarak değiştiren ve yeni başkent Amarna’yı kuran bu firavun Amon’un ve Teb’in güçlü ruhban sınıfının vesayetinden kurtulmak istedi. Aton çok yeni bir tanrıydı ve birçok Mısırlının bilinçli veya bilinçsiz benimsediği tanrı niteliğinden yoksundu. Ayrıca tanrısallaşmış çeşitli görüntülerle her yerde varolan bir varlıktı. Güneş’e tapmayı yaygınlaştırmak isteyen bu tektanrıcılık girişimi firavunun ölümünden sonra tarihe karıştı.
Eski Mısır tanrılarının genel özelliklerine kısaca değinmek gerekirse;
Horus: Osiris’le İsis in oğludur. Mısır tahtını miras almıstır. Hatta taht için Seti ile olan savaşları Mısır mitolojisinde önemli yer tutar. Cennetin hükümdarı aynı zamanda da Mısır’ın kralı Horusun ecnebin kralı, yeryüzünün kralı ve kutsal Şahin olmak üzere Teslis (üçlü) kavramı Mısır dinin yerleşmiş yönü oldu. Horus un evrensel olduğu ve ezelden beri var olduğu fikri 1.hanedanlıga kadar uzanır ki, bu da Piramit yazılarında belirtiliyor.
Horus of Behedet (Hadit): Behedet şehrinde tapılan Horus’un formlarındandır. Büyük kanatları güneş diskinin bir formu olarak gösterilir, genelde önemli manzaraların üstünde uçtuğu görülür (Mısır’ın dinsel sanatında). Hadit, Horus’un her zaman her yerde hazır oluşuyla resmedilmiştir. Crowley’in de Magic in Theory and Practice kitabında dediği gibi, “son derece küçük ve atomik haldeki her yerde ve her zaman hazır olan parçaya Hadit” denir.
Horus’un dört oğlu: Osiris’in vücudunun parçalarının koruyucularıdır ve bundan sonra ölülerin vücutlarının koruyucuları olmuşlardır. Amset, Hapi, Duamutef ve Qebsenuef. Sırasıyla tanrıçalar İsis. Nephthys, Neith ve Selket tarafından korunurlardı.
Amset (İmsety, Mestha; Golden Dawn, Amseth): Horus’un dört oğlundan biridir. Ölülerin karaciğerinin koruyucusudur ve Tanrıça İsis tarafında korunur.
Hapi: Horus’un dört oğlundan biridir. Babun kafalı mumyalanmış adam olarak görülüyor. Ölülerin ciğerlerinin koruyucusudur ve Tanrıça Nephthys tarafından korunurdu. Hapi ismi farklı hiyerogliflerle ifade edilmişti; çoğunlukla ama her zaman olmamak kaidesiyle Nil Nehrinin tanrısının ismiydi. Hapi, tacı zambaklardan (yukarı Nil) veya papirüs bitkilerinden (Aşağı Nil) yapılmış şişman bir adama benzetilmiştir.
Hator (Het-Heru, Het-Hert): Mısır’ın çok eski bir tanrıçasıdır, inek tanrı. Hator ismi Yunan uyarlamasıdır. Het-Hert (the house above) ve Het-Heru (Horus’un evi)’nun değişik biçimlerinden yozlaştırılmasıdır. İki terim de onun gökyüzü tanrıçası olduğuna işaret ediyor. Sık sık İsis’le eşdeğer tutulmuştur. Hator Edfu’da Horus’un partneri olarak tapılmıştır. Teb’de ölümün tanrıçası olarak düşünülmüştü. Ayrıca o aşkın dansın alkolün ve yabancı toprakların koruyucusuydu.
Harpocrates (Hor-pa-kraat: Golden Dawn, Hoor-par-kraat): “Çocuk Horus”, İsis ve Osiris’in oğlu, emzirilen küçük bir çocuk, Yukarı Mısır’ın büyük tanrısı yetişkin Horus’tan ayrılmıştır. Parmak emen genç bir oğlan olarak gösterilmiştir. Golden Dawn sessizliği ona ithaf etmiştir, çünkü tahminen parmağını emme hareketi genelde bilinen “shhh” ifadesini akla getiriyor.
Heqet: Kurbağa başlı başlangıçta var olan tanrıçalardan, Hermopolis’teki 8 tanrıdan biri olarak inanılır ve Antinoe’deki Khunum’un partneri olarak görülür.
Heru-ra-ha: Crowley’in Mısır benzeri mitolojisinin karma bir tanrısı; Ra-Hoor-Khuit ve Hoor-par-kraat’ın bir karması İsmi Mısır diline çevrildi, tahminen “Horus ve Ra’ya şükredin” anlamına geliyor. Tabi, bu da başka bir yozlaştırma.
İsis: Sanat Tanrıçası. Osiris in karısı ve kızkardeşi. Horus un annesi,aşk tanrıçası ve iştar, Aşera, Asherah, AsTarte, Sibel, Afrodit, ve Venüs un karşıtı idi. Büyük bir anne ve zevce olarak,bütün dişi ilahların en popüleri oldu.
Amen (Amon, Amun, Ammon, Amoun): Amen’in adı “saklı olan” demektir. Amen ilk zamanlardan itibaren Teb şehrinin baş tanrısıdır ve Hermopolis rahiplerine göre yaşayan yaratıcı tanrı olarak görülmüştür.Kutsal hayvanları kaz ve koçtur.Orta krallığa kadar Teb’de yerel bir tanrıydı fakat Tebliler Mısır’da hükümdarlıklarını kurduklarında Amen kalıcı bir tanrı oldu ve 18. Sülale tarafından Tanrıların kralı olarak adlandırıldı. Ünlü tapınağı Karnak, insan tarafından yapılmış en büyük dini yapıdır. Bugde’ye göre, 19. Ve 20. Hanedanlar Amen’in “görünmeyen yaratıcı güç” olduğunu cennetteki, dünyadaki, engin derinlerde ve yer altı dünyasındaki hayatın temeli olduğunu düşünürler ve kendisini Ra’nın formunda gösterir. Artı, Amen ihtiyacı olan her adanmış dindarın koruyucusu olarak karşımıza çıkmıştır. Sonraki inanışa göre Amen kendi kendini yaratmıştır. Önceki Teb’li inanışa göre Amen Thoth tarafından başlangıçta varolan sekiz tanrıdan biri olarak yaratmıştır. (Amen, Amenet, Heq, Heqet, Nun, Naunet, Kau, Kauket) Yeni karllık boyunca Amen’in eşi Mut, “Anne” idi ve bunun Mısır’lı eşiti “Büyük (ulu) anne” olarak görülmektedir. Bu ikili (Mut ve Amen) Tanrı ve Tanrıça Çiftini oluşturur, bu diğer inanışlarda da görülür. Oğulları ay tanrısı Khons’tur.
Amen-Ra: Amen’in rahipleri tarafından sunulan birleşik tanrıdır. Amaçları Amen’in takipçisi olan Yeni krallıkta (18-21 Hanedan) daha önceki güneş kültünün tanrısı olan Ra ile bir bağ kurmaktı. Bu tip birleşmelerde tanrılar içiçe girerler böylece Ra’nın içinde Amen’in temsil ettiği gücü görüyoruz (ya da tam tersi). Bu tip ilişkiler Mısır tanrılarında, özellikle kozmik ve ulusal tanrılar arasında sık görülür. Bu Mısır tanrılarının nasıl görüldüğünün bir örneğidir. Morenz’in dediği gibi “kişilikleri vardır ama bireysellikleri yoktur.”
Bastet: Kedi tanrıça. Bubastis’in Delta şehrinde tapılmıştır, kedilerin ve onlara önem verenlerin koruyucusudur. Sonuçta evde önemli bir tanrıça (kediler değer kazandığıdan beri) ve ayrıca ikonografide önemlidir. (Papirüste güneş tanrısına saldıran yılanın kediler tarafından öldürüldüğü resmedilmiştir.Dişi aslanın tanrıçası Sekhmet’in yardımsever tarafı olarak görülmüştür).
Anubis (Anpu; Golden Dawn, Ano-Oobist): Nepthys’in oğlu; bazı inanışa göre babası Sethi, bazısına göreyse Osiris’ti (hatta bazı inanışa göre ise annesi İsis’ti). Anubis çakal olarak resmedilmiştir veya çakal başlı tanrı denmiştir. Çakal Tanrı. Çakal’ın lahitleri kolaçan etme eğilimi nedeniyle, ölülerle ilişkili olmuştur ve eski mumyalamanın kaşifi olarak bilinir ve tapılır. Onun görevi ölüleri korumak ve yüceltmektir. Anubis aynı zamanda Upuaut (opener of the ways- yolların açıcısı) olarak bilinirdi ve tavşan başıyla gösterilirdi. Kıyamet günü için ölülere rehberlik ederdi ve ölüleri yeraltındaki ikinci ölümden korumak için gerçeğin derecelerini (Scales of Truth) gözlerdi (izlerdi).
Ra: Tabiatın bütün tezahürleri arasında,tapılan en belirgin şey güneştir. Mısır ideolojisinin büyük bir kısmı güneş ve nehir uzerinedir. Güneş ilahları arasında başlıcası Ra (Heliapolis tanrısı) dır. Günesin diski olarak Ra atmaca kafalı bir insan olarak temsil edildi. Bu durumda da Ra yaradılışın hükümdarı olarak ele alındı.
Thoth (Tahuti)Tot: Bilgeliğin tanrısı, Maat’la beraber zamanın başında kendi kendine yaratılmıştı veya Ra tarafından yaratılmıştı. Hermopolis’te Thoth’dan sekiz tane çocuk oluşturmuştu, en önemlisi “gizli olan” Amen’di. Amen Teb’de Evrenin Lordu olarak takip edilirdi. Thoth isminin Mısır dilinde orijinali Thuti’dir ve Yunanca versiyonu Thoth’dur. Thoth ibis kuşu başıyla resmedilmiştir ve elinde bir dolmakalem ve herşeyi kaydettiği parşomenler vardır. Tanrıları içeren nerdeyse tüm temel görüntülerde Thoth görevli olarak görünürdü, ama özellikle ölülerin hükmünde görülüyor. Tanrılar’ın habercisi (ulağı) olmuş ve Yunanlılar’ın Hermes’iyle eş tutulmuştur. Osirian mitlerine göre Thoth Osiris’in veziri olmuştur (Şef tavsiyecisi ve papazı). Oysa Khons gibi ay tanrısıdır ve zamanın, büyünün ve yazının tanrısıdır. Hiyeroglifleri icat edenin Thoth olduğu düşünülür
Tavaret: Hamile kadınlara göz kulak olan su aygırı tanrısı.
Bes: Tanrıların cüce soytarısı. Afrikalı veya semantik kökenli tanrı, Mısır’a 12. Sülale döneminde gelmiştir. Sakallı, vahşi görünümlü komik bir cüce olarak ve yuvarlak bir yüzle resmedilmiştir (Mısır’ın sanatsal geleneklerinden farklı). Müzik, iyi yemek ve rahatlamak gibi aile zevklerinin tanrısı olarak sayılır. Ayrıca çocukların eğlendiricisi ve koruyucusudur.
Imhotep (Imouthis): Imhotep mimar, katip ve 3. Sülalenin Firavun Zoser döneminin büyük(baş) veziriydi. Sakkara‘daki basamaklı piramidi tasarlayıp inşa eden Imhotep’ti. Imhotep Ptah’ın oğlu ve hekimlik tanrısıydı, aynı zamanda katiplerin başıydı (Thoth ile beraber). Yunanlılar onun Asklepios olduğunu düşünürler.
Khepri (Keper): Eski Heliopolitan büyük şehir bilimine göre yaratıcı tanrı ve Atum ve Ra ile karışmıştır. Mısırca kökeninde “Kheper” birkaç anlama gelir, bazısına göre en çok dikkat çeken “yaratmak” veya “dönüştürmek” fiilidir, ayrıca “bok böceği” sözcüğüne denk gelir. Bok böceği, güneşin sembolü sayılırdı. Dışkısının çevresine yumurtalarını bırakırdı ve bok böceği güneş tanrısı sembolü sayılırdı. Bok böceği güneşi gökyüzüne doğru iterdi.
Sobek: Fayum un merkezi Crocodillopolis in tanrısı idi. Orada canlı sürüngenler ve timsahlar havuzlarda muhafaza edilirlerdi. Su tanrısı olarak,aynı zamanda Nil’in yıllık tasmasını ve vadisinin gübrelenmesini sembolize etti.
Set: En eski dönemlerde Set, Aşağı Mısır’ın koruyucu tanrısıydı ve çölün şiddetli fırtınalarını sembolize eder. Bu fırtınaları Aşağı Mısırlılar yatıştırmak için yöntemler aramışlardır. Yukarı Mısır Aşağı Mısır’ı yendiğinde ve ilk hanedana girildiğinde, Set Yukarı Mısır’ın Hanedanlık tanrısı Horus’un şeytani düşmanı olarak bilinmeye başlandı. Set, Osiris, İsis ve Nephthys’in kardeşi ve aynı zamanda Nephthys’in kocasıydı. Bazı mitlere göreyse Aubis’in babasıydı. Set’in kardeşini öldürmesi ve yeğeni Horus’u öldürmeye teşebbüs etmesiyle bilinir. Ama Horus kurtulmayı ve babasının öcünü almayı başarır. Bunu Mısır’ın her yerinde kurallarını koyarak yapmıştır. Set’i hadım etmiş ve Sonsuza kadar onu çöle sürmüştür.19.Hanedanda Set’e olan saygı yeniden dirilmeye başlamıştır ve bir zamanların büyük tanrısı olarak görülmüştür. Mısır’ı yabancılardan koruyan ve çöldeki kuvvetleri yardımseverce zapteden tanrı olmuştur.
Shu: Kuru rüzgarların ve atmosferin tanrısı, Ra’nın oğlu, Tefnut’un kardeşi ve kocası, Geb ve Nut’un babasıdır. Hiyerogliflerde kafasına devekuşu tüyü giymiş olarak gösterilmiştir (Maat’ınkine benzeyen). Genelde boylu boyunca uzanmış olan Geb’le kızı Nut’u ayrılarak ayakta durmuş olarak gösterilmiştir. “Shu” ismi genelde “kuru, boş” anlamına gelen shu kökünden geliyor. Shu aynı zamanda güneş ışığının kişileştirmelerinden biridir. Shu ve Tefnut’un bir ruhun iki yarısı olduğu söylenir. Belki de eş ruhların en eski (ilk) kaydedilen örneğidir.
Anuket: Yukarı Mısır’da, Elefantin’in çevresinde, Anuket, Khunum ve Sati’nin (kızları olarak) tapılmıştır. Kutsal hayvanı gazeldi. Soğuk su dağıtıcısı olduğuna inanılır ve kendi insan kafasına tüylü bir taç giyerdi.
Apis: Muhtemelen sadece hayvan olarak betimlenmiş ve hiçbir zaman hayvan başlı bir insan olarak gösterilmemiş eski bir Mısır Tanrısıdır. Apis çoğunlukla Ptah’la bağlantılı olmuştur ve kültünün merkezi Memphis’tir. Aslında Apis verimlilik tanrısıdır. Güneş diskinden oluşan boğa tacıyla betimlenmiştir. Kutsal Apis boğası Memphis’te bulunurdu ve Serapum’da büyük bir kitle halinde Apis boğalarının mezarı bulunuyor.
Duamutef (Tuamutef; Golden Dawn, Thmoomathpf): Horus’un 4 oğlundan biri.Duamutef çakal başlı mumyalanmış bir adam olarak gösterilmiş. Ölünün midesinin koruyucusudur ve Tanrıça Neith tarafından korunur.
Edjo: Deltanın yılan tanrıçası, Aşağı Mısır’ın sembolü ve koruyucusu, Yukarı Mısır’ın tanrıçası Nekhbet’in tamamlayıcısıdır. Kralın tacının bir parçası olarak giyilirdi.
Sothis: Yıldız Sirius için feminen bir Mısırlı ismi, İsis’le birbirine geçmiştir. (Orion olan Sahu-Osiris’in partneriydi). Hator’la da ilişkilidir.
Tefnut : Nem ve bulutların tanrıçasıdır. Ra’nın kızı, Shu’nun kardeşi ve karısıdır. Geb ve Nut’un annesidir. Kutsal hayvanı olan dişi aslanın başıyla resmedilmiştir. “Tefnut” adı teftef kökünden gelmektedir. Anlamı “serpiştirmek, nemlendirmek” ve nu kökü “sular, gökyüzü” anlamına gelmektedir.
Selket (Serqet, Serket): Akrep tanrıça, kafasının üstünde hareketsiz duran akrebiyle güzel bir kadın olarak gösterilmiştir. Onun yaratığı kötü ruhlu insanlara ölüm veriyordu ve akrepler tarafından sokulan insanlara da hayat veriyordu. O ayrıca kadınların çocuk doğurmalarına da yardımcı oluyordu. O Ra’yı tehdit eden şeytani ruhları etkisiz hale getiren kişi olarak resmedilmiş ve İsis’i Set’ten korumak için yedi akrebini göndermiş. Selket, Horus’un oğlu, ölülerin bağırsaklarının koruyucusu olan Qebsenuef’in koruyucusudur. Amerika’yı 1970’de turlayan koleksiyonun bir parçası olan Tuthankamon’un lahdindeki heykeli sayesinde tanındı.
 
Serapis: Ptolemi dönemini tanrısı, Yunanlılar tarafından Osiris ve Apis’ten düzenlenmiş (tasarlanmış). Tahminen İsis’in arkadaşı (partneri), öbür dünya (ölümden sonraki yaşam) ve verimliliğin tanrısıydı. Ayrıca fizikçiydi ve endişeli, üzüntülü inananların yardımcısıydı. Hiçbir zaman çok fazla önem vermedi. Onun kültünün merkezi Alexandria’dır (İskenderiye).
Osiris: Ölülerin tanrısı, ölümsüz yaşam için diriliş tanrısı, kural koyucu, koruyucu, ölülerin yargıcı ve ölünün prototipi olmuştur (Ölü tarihte “Osiris” olarak görülürdü). Lahdinin bulunduğu yer, Abidos’ta kültünün oluştuğu yerdir. Osiris Nut ve Geb’in ilk çocuğuydu, Set, Nephthys ve İsis’in kardeşiydi, aynı zamanda İsis’in kocasıydı. Horus, İsis’ten oğluydu. Bir hikayeye göre Nephthys İsis gibi davranmış ve Osiris’i baştan çıkararak Anubis’i doğurmuş. Osiris başka erkeklerin dünyasının kural koyucusu olmuş ve Ra gökyüzüne kural koymak için dünyayı bıraktığında kardeşi Set Osiris’i öldürdü. İsis’in sihri sayesinde tekrar yaşama döndü. İlk ölen yaşayan canlı olduğu için sonraları ölülerin lordu oldu. Oğlu Horus onun ölümünün öcünü aldı. Set’i yenmişti ve onu Batı Mısır’ın çölüne (Sahra) gönderildi. Tüm Mısır tarihi boyunca dualar ve büyüler Osiris’e yöneltilmişti, onu kutsama ve kendisinin kural koyduğu öbür dünyaya girmesi umulmuştu, ama orta krallık süresinde popülaritesi arttı. 18.Sülale döneminde Mısır’da en çok tapılan tanrı olmuştu. Osiris’in popülaritesi Mısır tarihinin en son evrelerine kadar dayanmaktadır (sürmüştür). Mısır’ı fetheden Roma imparatorlarında bile hala onun etkisi görülüyormuş. Firavun kıyafetlerini giyerek ona tapınaklarda adak adıyorlarmış.
Geb (Seb): Yeryüzünün tanrısı, Shu ve Tefnut’un oğlu. Nut’un kardeşi ve kocası, Osiris, Set, İsis ve Nephthys’in babasıdır. Kutsal hayvanı ve sembolü kazlardı. Genelde yeşil ve siyah tenli olarak gösterilmiştir. Yeşil yaşayan canlıların rengi ve siyah ise Nil’in bereketli çamurunun rengidir. Geb kötülerin ruhlarını tutuklu tutacak ve onları cennete çıkarmayacaktı. Diğer geleneklerde yeryüzünün dişi olmasıyla çelişerek Geb’in erkeğe özgü (erkeksi) olmasıyla göze çarpar.
Khnum: Koç başlı insan olarak görünürdü. Antinoe ve Elefantin’de tapılıyordu. Çömlekçi çarkında insanlara şekil veren, yaratıcı tanrılardan biriydi. Onun arkadaşları(partnerleri) Heqet, Neith ve Sati’ydi.
Khons(Chons): Teb’in büyük triadlarının 3. Üyesi (ailesi Amen ve Mut’la). Khons ayın tanrısıydı. Onun hakkında en çok bilinen hikaye Thoth’la senet (passage) denen eski bir oyun oynarken ışığının bir kısmına bahse girmiş. Thoth kazanmış, ışığının bir kısmını kaybettiği için Khons bir ay boyunca tüm ihtişamını gösterememiş ve batıp tekrar büyümek için beklemesi gerekmiş. Karnak’taki çevrili olan tapınak ona adanmıştır.
Kings Pharoah (defied): En eski zamanlardan beri Mısır’da firavunlar tanrılar gibi tapılmışlardır: Ra’nın oğlu, Horus’un oğlu, Amen’in oğlu… Bu dönemde ve şehre bağlı olarak isimlendirilmiştir. Firavunlara dualar ve adaklar adanması çok nadirdi. Firavunun gerçek kültünü destekleyecek kanıt çok az veya yoktur. Firavunlar tanrı babaları tarafından seçilmiş ve onlara benzetilmişlerdir.
Ptah: Memphis’te tapılıyordu (M.Ö.3100). Ptah evrenin yaratıcısı olarak görülmüş. Öbür dünyada erkeklerin ruhlarının yerleşeceği vücutları şekillendirir. Başka mitlere göre Thoth’un emrine çalışıyordu ve Thoth’un açıklamalarına uygun olarak cennetleri ve dünyayı yaratmaktı. Ptah sakallı takke giymiş, mumya gibi sarmalanmış, elleri ambalajdan çıkmış, elinde asa, Ankh ve Djed (denge, istikrar, sağlamlık işareti) tutuyor. Çoğunlukla Seker ve Osiris’le birlikte tapılırdı, Ptah-seker-ausar adı altında tapılırdı. Sekhmet’in kocası ve Nefertum’un babası (sonra da İmhitep’in babası) olduğu söylenir.
Qebsenuef. (Kabexnuf, Qebseneuef): Horus’un dört oğlundan biri, Qebsenuef. mumyalanmış şahin başlı bir adam olarak betimlenmiş. Ölülerin bağırsaklarının koruyucusudur ve tanrıça Selket tarafından korunurdu.
Qetesh: Suriyeli bir tanrı olduğuna inanılıyor, Qetesh aşkın ve güzelliğin tanrıçasıdır. Qetesh güzel çıplak bir kadın olarak, bir aslanın üstünde ayakta durur veya onu sürer durumda, elinde çiçek, ayna veya yılanlarla resmedilmiştir. Genelde yuvarlak yüzle gösterilmiştir (Mısır sanat ve geleneklerinde alışılmamış bir durum). Aynı zamanda erkekliğin tanrısı Min’in partneri olarak düşünülüyor.
Ra-Horathky (Ra-Hoor-Khuit): Horizonların Horus’u olan Ra’dır. Ra’nın başka bir tanımlaması da onu Horus’la bir tutmaktır. Bu ikisi solar gücün göstergesi olarak gösterilmiştir. “Ra-Hoor-Khuit”in yazılışı Aleister Crowley tarafından önce Book of Law kitabında popüler edilmiştir.
Sekhmet: Dişi aslan tanrıçası, Ptah’ın tanrısı olarak takip edilmiş. Ra’nın gözündeki ateşten insanları günahlarından dolayı cezalandıracak olan bir intikam yaratığı olarak yaratılmıştır. Sonra da doğrunun barışçıl bir koruyucusu olmuştur. Yardımsever Bast ile yakından ilgilidir (bağlantılıdır).
Maat: Çeşitli geleneklere göre Thoth’un karısı Ra’nın kızı olduğu düşünülmüştür. Maat’ın adı “gerçek” ve “adalet” hatta “kozmik sıralamayı” ifade eder İngilizce’de net bir söylenişi yoktur. Maat’ın konseptiyle bir kişileştirme ve biraz da mitoloji vardır. Maat saçında devekuşu tüyü olan uzun boylu bir kadın olarak belirtilmiştir. O ölümün kararı için vardı ve tüyü ölünün saf ve dürüst bir hayat yaşamış olup olmadığına karar vermek için ölünün kalbini dengelerdi.
Min (Menu, Amsu): Elinde yıldırım taşıyan Amen’in bir formu olarak resmedilmiştir (Mısır sanatında yıldırım olarak belirtilmeye çalışılmış) ve ereksiyon halindeki penisiyle resmedilmiştir. Tam adı Menu-kamuf-f (Min, Annesinin Boğası). Erkekliğin (güç ve iktidar) tanrısı olarak tapıldı, Ona marul (lahana) hediye edilmiştir(sunulmuştur) ve sonra erkekliği elde etme umuduyla bunlar yenmiştir. Kadınlığın (feminenliğin) ve aşkın tanrıçası Qetesh’in kocasıdır.
Thu: Amen kültünün doğmasından önce Teb’in baş tanrısıydı. Şahin başlı Month Mentu, Men adam olarak gösterilir ve Horus’la birleşmiştir. Aslında savaş tanrısıdır.
Mut (Golden Dawn, Auramooth): Teb geleneklerinde Amen’in karısı, Mısır dilinde mut “anne” ve ay tanrısı Khons’un annesidir.
Nefertum: Ptah ve Sekhmet’in genç oğlu, doğan güneşle bağlantılı olarak zambak çiçekleriyle taçlandırılmıştır veya zambak çiçeğinin üstünde oturtulmuştur olarak resmedilmiştir.
Neith (Net; Golden Dawn, Thoum-aesh-neith): Eski bir savaş tanrıçası, Delta’da tapıldı. Bilgelik tanrıçası olarak saygı gösterildi, Yunan mitine göre Athena olarak gösterilmiş daha sonraki inanışlara göre İsis, Nephthys, Selket’in kız kardeşiydi ve ölülerin midesinin tanrısı Duamutef’in koruyucusuydu. Timsah tanrı Sobek’in annesiydi.
Nekhbet: Yukarı Mısır’ın büyük tanrıçasıdır, ikonu akbaba ve firavunun tacının bir parçasıdır. Aşağı Mısır’ın tanrıçası olan Edjo’nun tamamlayıcısıdır.
Nephthys (Nebt-het): Geb ve Nut’un en genç çocuğu, Set’in kardeşi ve karısıdır ve İsis ve Osiris’in kardeşidir. Anubis’in annesidir (Set veya Osiris’in oğlu). Set Osiris’i öldürdüğünde onu terketmişti ve İsis’e Horus’un bakımında ve Osiris’in dirilişinde yardımcı olmuştu. Kardeşiyle birlik olmuş ve ölülerin özel koruyucu tanrıçası olarak düşünülmüş ve ciğerlerin koruyucusu olan Hapi’nin gardiyanı olmuştur.
Nut (Nuit): Gökyüzü tanrıçası, Shu ve Tefnut’un kızı, Geb’in kızkardeşi ve karısı, Osiri, Set, İsis ve Nephthys’in annesidir. Crowley Magic in Theory and Practice kitabında “sınırsız uzaya tanrıça NUİT denirdi” demiş.Nut genelde mavi tenle ve vücudu yıldızlarla kaplı, 4 ayak üzerinde ve kocasının üzerine eğilerek resmedilmiştir. Gökyüzü olarak dünyanın üzerinde kemer gibi uzanmıştır.
Nut’un Hadit’le olan ilişkisi Crowley’in bir buluşudur. Bu Ejiptolojide bir temele bağlı değildir. Hadit genelde Nut’un altında resmedilmiş- birisi Nut’un bir resim üst karesinin oluşturduğunu buluyor ve kanatlı disk Hadit sessizce aşağıdan uçuyor. Bu sanatsal bir gelenek ve iki Mısır mitinin arasında evlilik yoktu.
Sati: Elefantin’in tanrıçası, Khunum’un eşi, Soğuk su dağıtıcısı Anuket ile beraber eş olmuşlardır. İnsan başı, Yukarı Mısır’ın tacıyla ve gazellerin boynuzlarıyla betimlenmiştir.
Seker: Işığın tanrıçası yeraltından başlayan öbür dünyaya giden ölülerin ruhlarının koruyucusudur. Seker Ptah’ın bir formu veya Ptah-seker veya Ptah-seker-ausar’ın bileşik tanrılarının bir parçası olarak Memphis’te tapılırdı. Seker genelde şahin kafasıyla ve Ptah’ınkine benzer bir şekilde mumyalanmış olarak resmedilmiştir.
YUNAN TANRILARI
Yunanlılar on beş yüzyıl boyunca tanrısal kişiliklerin yaratıldıklarını ve birbirleri ile kaynaşabildiklerini kabul eden esnek ve hoşgörülü bir çoktanrıcılığı yaşadılar. Tanrı her yerde hazırdı, onun insan biçimindeki zuhuru özel bir görünümdü. Yunanlı önce Sitesinin koruyucu tanrısını Polias’ı tanırdı. Athena Atina’nın Apollon Isparta ve Milet’in, Hera Sisam ve Argos’un tanrılarıydı. Yunanlı gündelik yaşamında ailesini ve geçim koşullarını koruyan bir dizi ikincil tanrılar, cinler ve perilerle çevrilmişti, ocak tanrısı, çoban tanrısı , çevre tanrısı ve diğerleri… İnsanın çevresini saran bu tanrılar kişiselleştirilmişti ve efsanelerde düzenlenen kesin bir evrende yer alıyorlardı. Adalet tanrıçası Themis, Zeus’un ilk eşiydi. Zeus’da yeminin koruyucusuydu. Aşk tanrısı Eros, Afrodit ile Ares’in oğluydu. Böylece küçük ve büyük tanrılar Evrenin güçlerini ifade eden büyük ilahlarla ilişkileri çerçevesinde kabul görüyorlardı.Zeus aydınlık veren gök tanrısıydı. Apollon Güneş tanrısıydı. Poseidon sulara egemen olan tanrıydı. Yunanlıların insan biçimindeki Olympos dağında oturan ve Zeus’un egemenliğini kurduğu tanrıları Zeus, Hera, Athena, Artemis, Afrodit, Demeter, Apollon, Hermes, Ares, Hephaistos, Poseidon, Hestia idi.
 
ESKİ DOĞU TANRILARI
Eski doğuda iki bölge karmaşık ve özgün bir dini yaşam ortaya koymuştu. Birinci bölge Mezopotamya’dır ve Sümer dönemi gelenekleri III. Bin yılın sonlarında Akkadlılarca ele alındı ve zenginleştirildi. Diğeri ise MÖ III: bin yılda Suriye ve Filistin’de kurulan Kenanlılar dünyasıdır. Kenanlıların soyundan gelen Fenikeliler bu kültürü Akdeniz kıyıları boyunca yaydılar. Bu uygarlıklar edinimlerini bütün Doğuya ilettiler. Dicle’den Akdeniz’e ve özellikle Anadolu yaylasına ulaştırdılar. Nihayet MÖ XX: ve XII. yüzyıllar arasında başkent Hattuşaş çevresinde yerleşen Hint-Avrupa kökenli Hititlilere aktardılar. Sümer tanrılarını erkeklerden oluşan bir üçlü yönetiyordu. Bu üçlü Ana (gök tanrısı), Enlil (Rüzgarın efendisi) ve Eski’den (su ve toprak tanrısı) oluşuyordu. Ana tanrıça İnanna verimliliğin güvencesiydi. Akkadlılar üstünlüğü Enlil’e veriyorlardı. İnanna’yı Aştar ile bir tutarak verimliliğin güvencesi olma dışında hükümran konumuna getirdiler. Ona baş tanrıça, halkların efendisi, Gök’ün ve Yer’in naibesi gibi sıfatlar verdiler. Bütün bu nitelikler İnanna’ya tapma coşkusunu gösteriyordu.Evrenin güçlerini temsil eden tanrılar da yüce tanrılar katında yerlerini aldılar. Adad yağmur ve fırtına tanrısıydı. Samaş, adalet güneşi, Sın ise ay tanrısıydı.
Daha yumuşak bir örgütlenme ile Kenanlılar önceliği erkek bir tanrıya Ba’al’e (efendi) vermişlerdi. Ba’al çok sayıda yerel tanrı tarafından temsil ediliyordu. Aştar’ın karşılığı Astarte, Adad’ın karşılığı ise Suriyeli Teşup’tu.
Hititlerde fırtına, Güneş, deniz ateş… tanrı ya da tanrısal güç olarak benimsenmiştir. Tüm kuzey kavimlerinde de iyilik ve kötülük yapan doğa güçleri mübarek kutsal sayılmışlardır. Başlangıçta ağaç ve hayvanlara tapmış olan Cermenler, ateş, hava, şimşek, fırtına gibi doğasal olay ve güçleri tanrısallaştırmışlar ve birbirleriyle sürekli savaşıp duran iki tanrı ailesine inanmışlardır. Bunlardan biri AS tanrılardır ki bunların başında dünyayı ve insanı yaratmış olan ve Işık ile simgelenen Votan vardır. İkincisi VANLAR’dır ki bunlar Yimir adını verdikleri bir koca devin türlü organlarından denizleri, karaları, bulutları ve ormanları yaratmışlardır. Cermenler de güneşin, ayın, yıldızların kutsallığına inanmışlardır. Kuzey kavimleriyle Cermenlerin din ve tanrıları, kuşkusuz birbirine yakın ve sınırdaş olmalarından ve genellikle doğa koşullarının bu bölgelerdeki benzeşmelerindendir. Bu nedene, özdeş koşulların, onların yaşam tarzları üzerindeki az çok benzer etkiler yapmış olmasını ve karşılıklı toplumsal ilişkileri dolayısı ile özdeş ruhsal zorunlulukların kazanılmış olmasını ekleyebiliriz. Bunlardan, en büyük tanrı olan Votan’ın kardeşleri, yasadışı çocukları ve hizmetçileri vardır. İlk kadın ve erkeği de yaratmış olan bu tanrı içinde cücelerle şeytanların, su ve hava perilerinin ve çeşitli ruhların kaynaştığı mistik bir alemde savaşıp dururlar.
Babil ve Asur kavimleri de kentlerinin eski koruyucu totemlerini tanrılaştırmışlar, kozmik bir tanrı olarak güneş-tanrıya yani Şamas’a inanmışlardır. Fakat maddeyi biçimlendiren, insanı yaratan, tarım işlerine hükmeden Marduk adında ayrı ve en büyük bir tanrıya da tapmışlardır. Hamurabi yasalarını yazdıran bu tanrı olduğu gibi, insanların alın yazılarını belirleyen de bu tanrıdır. Bunlardan başka, fırtınayı, savaşı, öteki dünya işlerini ve doğa olaylarını simgeleyen, kötü hava habercisi olan tanrılara da inanılır ki tüm bu tanrılar, dünyadaki doğa olayları gibi birbirini izler ve insanlar gibi birbirleriyle savaşıp dururlar.
 
ESKİ ROMALILAR
Uzun bir gelenek, eski Roma tanrılarınn Yunan panteonuna mensup olduklarını düşünmemize yol açar. Zeus’un Jüpiter, Athena’nın Minerva adını aldığını ve adlar dışında hiçbir fark olmadığını, tanrıların karakterleri ile öykülerinin aynı olduğunu sanabiliriz. Gerçek ise oldukça farklıdır. Yüzyılların akışı içerisinde, Romalılar mevcut tanrısal güçlere bir yüz ve bir ad vermek ihtiyacını hissettiler. Onların ilk ustaları Etrüsklerdi. Romalılar Capitolium tepesinde tapındıkları üç büyük tanrı olan Jüpiter,İunon ve Minerva’nın insan görüntüsü altındaki ilk heykellerini Etrüskler’e borçludurlar. Romalılar daha sonra siyasi otoritelerin denetimi altında ve ilkel tanrılardan birşeylerin yaşamaya devam etmesine dikkat ederek Yunan tanrılarını aldılar. Afrodit’in eski Roma Tanrıçası Venüs, Afrodit’in yüzünü ve efsanelerini aldı ama Venüs kendisini Ege bölgesinin şehvet düşkünü tanrıçasından çok Pomona ile Flora’yı bağlayan bahçe ve sebzelere bolluk getirme görevini hiç unutmadı. Aynen almak gerektiğinde ise Romalılar ihtiyaç duydukları tanrıyı seçiyorlardı. Apollon’a önce Roma Panteonunda yer verilmemişti. Onu Yunan dünyasından alırken Phoibos adını verdiler ve güneş tanrısı işlevini ikinci plana atarak tıp ve sağlık tanrısı olarak benimsediler.
 
ESKİ AMERİKA
Kolomb öncesi Amerika toplumları çok tanrılı dinlere inanıyorlardı.Özellikle İnkalar ve Aztekler egemenlikleri altına aldıkları toplumların tanrılarını da benimsemişler ve kendilerine mal etmişlerdi. Doğa güçleri, bazı gök cisimleri hatta bazı bitkiler bile tanrısallaştırılmıştı. Bu tanrılar tarım tanrıları ve kabile tanrıları olmak üzere iki grupta toplanabilir ve özellikle tarım tanrılarının önemi insanların geçimini tarım ile sağlaması açısından oldukça fazlaydı. Buna karşılık İnkalarda Güneş, Azteklerde kabile tanrıları ayin törenlerinde daha ön plandaydı. İnsan, soyu ile dünyanın kaderini çoğunlukla bu tanrılara bağlar. Tanrılar adına düzenlenen ayinler hem dünyayı hem de toplumu felaketlerden korumayı amaçlar, bu nitelik Kolomb öncesi ayinlerin ayırt edici özelliğini yani insan kurban etme geleneğini açıklar. Bu devirlerde insanlar sahip oldukları en değerli şeyleri tanrılara sunarak yok olmaktan kurtulmaya çalışıyorlardı. Aztek kozmolojisine göre Güneş Tanrısı Tonatiuh savaş Tanrısı Huitzilopochtli ile özdeşleştirilmişti ve kendisine sunulan kurbanların kanlarından yoksun bırakılırsa haraketsiz kalabilirdi.
Dünyanın yaratıcıları olan ve insanlığa uygarlığı getiren az sayıda tanrı şehirlerde yaşayan kesimlerden büyük saygı görürdü. İnkalarda bu tanrılardan en eskisinin adı İnti idi ancak daha sonra yerini yaratıcı tanrı Viracocha’ya bırakmıştı. Orta Amerika halklarının da benzer işlevleri olan tanrıları vardı. Mayaların tanrısı İtzamna kırış kırış olmuş yüzü ve dökülmüş dişleri ile bir ihtiyar olarak betimlenmişti. Göğün tanrısı ve Ay’ın kocasıydı.
DOĞU TANRILARI
Doğuluların Tanrıları insanın tasarlayabileceği en yüksek yetkinlik idealini temsil etmez. Her tanrı kendi alanında bir güçtür ama başka tanrılarla sınırlıdır ve yaradılış sırasında konulan kozmik yasalara tabidir. Tanrısal doğa ruhun ancak zaman zaman yakaladığı yeniden doğuş fırsatlarında değerlendirebildiği imrenilecek bir durumdur. Ne var ki ruhun uzun yolculuğunda son durak da değildir. Gerçek bilgeler düşünme güçleri ile bireysel sınırların ötesine geçerek tanrıları bile aşmışlardır. Hiçbir koşula bağlı olmayan büyük “bütün”e kesinkes ulaşanlar yalnız onlardır. Dolayısı ile bilgeler bu durumda Civanmukta yani yaşarken kurtulmuşlar diye anılır ve mahatma yani “büyük ruh” adıyla kutsanırlar. Bu kavramlar Tanrı ile insan arasında öz bakımından tektanrılı semavi dinlerden farklı bir anlayışı yansıtır. Tanrısal olanla insani olan birbirinden sadece bir derece farkı ile ayrılır.
Dinsel duygunun gelişimi bölgelere göre farklılık gösterir. Antikçağda Çin’de ilk ibadet Shangdi denilen tek bir büyük Tanrıya en üstün hükümdara yönelir. Sevgi ve günah korkusu uyandıran bu tanrının meskeni gökyüzüdür. Japonya’da “tanrı” veya “yaratıcı” olarak tercüme edilen “kami” terimi gerçekte korku uyandıran bütün olayları belirtir. Bu terim özellikle Sinto dininin (Sinto kamilerin yolu anlamına gelir) tanrısal figürlerini kapsar. Bunlardan biri olan güneş tanrıçası Amaterasu özellikle vurgulanır. Onun torunu yeryüzüne inip Japon hanedanını kurmuştur .O halde Japon imparatoru “kami”dir.
Bütün Doğuda tanrısal olanın gücü ve insan üzerindeki etkisi en iyi ifadesini Hindistan’da bulur.
Hinduizm eskiyen Brahman dinini üçüncü yüzyılda yenilenen halidir. Hinduizmde yaklaşık iki-üç yüz milyon civarında tanrı vardır ama bütün bu tanrılar tanrısallığın tek bir kavramına birleşiyorlardı. Mutlak. Ait oldukları kast hangisi olursa olsun Hindular Mutlak’a “Brahman” adını vermişlerdi. Yani saf varlık, sınırsız olan, sonsuz olan, biçimi olmayan bir bütün. Ve günümüzde Yunus Emre ve Mevlana gibi mistiklerinde anlatmak istediği gibi her bireyin içinde kendine özgü bir mutlaklık vardı ve buna “Atman” diyorlardı. Yani kişinin kendisi. Brahmanlıktan önce Hindistan’da tek bir tanrıça vardı:Aditi. Ana yaşam kaynağı. Sonradan Brahmanlar Hindistan’ı ele geçirince bu büyük Tanrıça sayısız erkek tanrıların arasında kayboldu gitti. Ama Hindular doğanın düzenine saygılıydılar ve her tanrıya bir tanrıça ve her birine de bir görev verdiler. Yani her etkinlik için ya bir tanrı ya da bir tanrıça vardı. Zenginlik için Tanrıça Lakshmi, sanat için Tanrıça Sarasvati, aile ve iş için Tanrı Ganesh gibi. Çoğu diğer dinlerin aksine, Hinduizm tek bir ilaha tapınmayı öngörmez. Bir Hindu, Shiva, Vishnu, Rama, Krishna veya diğer tanrı ve tanrıçalara tapabilir ya da her ferdin içinde yer alan Yüce Ruha veya Yıkılmaz Ruha inanabilir ve hala Hindu olarak anılabilir. Bu Hinduizmin ne derece çelişkiler içerdiğinin bir işaretidir. Terazinin bir yanında Nihai Gerçek yolunda bir arayış, diğer tarafında ise ruhlara, ağaçlara ve hayvanlara tapan mezhepler vardır. Hinduizm’de sadece tanrı ve tanrıçalarla ilgili değil, güneş, ay, gezegenler, nehirler, okyanuslar, ağaçlar, ve hayvanlarla da ilgili festivaller ve törenler vardır. En popülerleriDeepawali, Holi, Dussehra, Ganesh Chaturthi, Pongal, Janamasthmi ve Shiva Ratri festivalleridir. Hinduizmi ilginç kılan ve Hint geleneğini zenginleştirip renklendiren bu sayısız festival etkinlikleridir. Hint Mitolojisi ve Yaşayan Tanrılar Mahabharata ve Ramayana gibi epik kahramanların ölümsüz olduğuna ve insanlar gibi hayatta olduklarına inanılır. Hinduizm tanrıları hem insanüstü hem de insan gibidir ve onlara karşı ayrı bir sıcaklık ve aşinalık duygusu vardır. Ramayana kahramanı Rama, onur ve cesaret gibi nitelikleri temsil eder ve bir erkeklik modeli olarak görülür. Karısı Sita tipik bir Hint kadınıdır ve kocasıyla beraber sürgünde iken Lanka Kralı Ravana tarafından kaçırılmıştır. Sita’nın Rama ve kardeşiLakshmana ve sadık maymunu Hanuman tarafından kurtarılışı bu son derece ilginç hikayenin etrafında örülmüştür. Bu epikten çeşitli hikayeler nesilden nesile anlatılagelmiştir. Dini fuarlar, festivaller, ve ayinler bu efsaneleri canlı tutmuştur ve her etkinlik eski hikayelerin yeniden anlatılması için bir fırsat olmaktadır. Mahabharata’daki heyecan verici metinler yakın akraba olan Pandavalar ve Kauravalar arasındaki hanedan kavgasının hikayesini anlatır. Lord Krishna bu büyük epikte çok önemli bir rol oynar. Kendisi Pandavalardan Arjuna’nın arkadaşı, rehberi ve filozofudur ve Arjuna savaş alanlarında akrabalarını öldürmekte tereddüt gösterdiğinde ona bu tereddüdü aşmasında yardımcı olur. Krishna’nın hikmetli felsefesi ve öğretileri Bhagwad Gita’da yazılmıştır. Krishna, çocukken tereyağ çalan, gençken de flüt çalıp yaramazlık yapan bir tanrı olarak bilinse de yetişkin yıllarında daha ciddi tarafının ön plana çıktığı hikmetli bir filozof olarak tasvir edilmiştir. Hindistan’ın tamamında Hinduların taptığı birçok tanrı ve tanrıça vardır. Bunların arasında Hinduizm için en önemli olanı sırasıyla yaratıcı, koruyucu ve yok edici olarak bilinen Brahma, Vishnu ve Shiva üçlemesidir. Brahma’nın pusuladaki dört yöne tekabül eden dört başı vardır. Hayatı ve tüm evreni yarattığına inanılır. Vishnu doğum ve yeniden doğum devr-i daimini yöneten koruyucudur. Ayrıca dünyayı kötü güçlerden korumak için çok defa dünyaya geldiğine dair bir inanış vardır. Rama ve Krishna’nın Vishnu’nun enkarnasyonu olduğu düşünülür. Genellikle boynuna sarılı bir kobra yılanı ile görülen Shiva tüm kötülükleri yok eder ve bir çok enkarnasyonu vardır. Görülemeyen tanrılar ilahi güçleri sembolize eden bir çok imaj ve idollerle temsil edilir. Birçok idol tanımsız güzelliğe ve ihtişama sahip süslü tapınaklarda korunur.
Sekizinci yüzyılda bilge kişiler Aranyaka ve Upanişadlar adlı risalelerde bu konuları işlemeye başladılar. Upanişadlar M.Ö. beşinci yüzyılın sonuna gittikçe yaygınlaştı ve sayıları bu tarihlerde 200 civarına ulaştı. Upanişadlar tanrıları aşan ama varolan her şeyde mevcut kendine özgü bir tanrısallık kavramı geliştirmiştir.
“Bütün bilgiler ve bütün hikmetler tıpkı alev alev yanan bir ateşten sıçrayan kıvılcımlar gibi Tanrıdan zuhur eder. Ölümsüzlüğün sırrı, kalbin arınması, derin düşünme ve insanın manevi aleme dönük gerçek Ben’inin (Atman) Tanrı (Brahman) ile aynı varlık olduğunu idrak etme yoluyla bulunabilir. Çünkü ölümsüzlük Tanrıya ulaşmaktır. O’ndan başka gören, işiten, düşünen, bilen yoktur. O görünmez ama görür, işitilmez ama işitir, düşünülmez ama düşünür, bilinmez ama bilir. Bu manevi yönetici senin kendi özünde gizli olan gerçek Ben’dir, senin Atman’ındır. Mutlak Atman Tanrı’nın kendisidir.” Bütün dünya bütün varoluşun derindeki anlamı olan Brahman’ın gizemli varlığından yükselen tanrısal etkinlik olarak görülmüştür. Upanişadlar insanları herşeye bir Brahman anlayışı içerisinde yaklaşmaya teşvik etmiştir.
M.Ö. 538 yıllarında Siddharta Gautama isimli genç bir adam şahane evini, güzel karısı ve oğlunu terketti ve dilenci keşişliğe başladı. Etrafındaki ıstırabın boyutları karşısında dehşete düşmüş bir halde çevresinde her şeyde gördüğü varoluşun ıstırabını sona erdirecek gizi keşfetmek istedi. Altı yıl boyunca değişik Hindu gurularının kapılarında dolaştı, kendine korkunç işkenceler yaptı ama bir sonuca ulaşamadı.Bilgelerin öğretileri onu etkilemedi. Çektiği acılar onu daha da umutsuzluğa itti. Bu yöntemleri tamamen terkedip vecd haline geçtiği bir gece aydınlanmaya ulaştı. Bütün evren şenlendi, yeryüzü sallanmaya başladı, gökten çiçekler yağdı, hava tatlı esintilerle doldu ve kendi alemlerindeki tanrılar sevindiler. Pagan anlayışında olduğu gibi tanrılar doğa ve insanoğlu bir kez daha sevgiyle kenetlendiler. O aydınlanmış kişi yani Buda olmuştu. Geleneksel panteonun iki tanrısı Maha Brahmave Sakra Buda’ya gelerek yöntemini dünyaya açıklaması için yalvardılar. Öğretinin Tanrıyla bir alakası yoktu. Buda, kendi kültürel donanımının bir parçası olması nedeni ile kısmen de olsa tanrıların varlığına inanmaktaydı ama onların insanlara pek faydası olduğunu düşünmüyordu. Buda’ya göre onlar da diğer bütün varlıklar gibi yeniden doğuş döngüsü içindeydiler ve eninde sonunda kendileri de yok olacaklardı. Ama diğer yandan da yaşamının en önemli anlarında tanrıların kendisini etkilediğini ve üzerinde etkin rol oynadıklarını düşünüyorlardı. Dolayısı ile Buda tanrıları reddetmemekte ama edebi Gerçek nirvananın tanrılardan yüksek olduğunu düşünmekteydi.
ŞİNTOZİM’DE TANRI ANLAYIŞI
Şintoizm özellikle Kami’lere yani ölülerin ruhlarına tapınıştır. Japoncada Kami sözcüğü genel olarak konuşanın üzerinde olan herşey anlamına gelir. Ölülerin ruhları tanrılaşarak yaşayanlar arasında dolaşmayı sürdürürler, mezarlarında kalırlar, eski evlerde, kendilerinden sonraki çocuklarının konutlarında kalırlar. Çocukları ile torunlarının sevinçlerine, kederlerine ortak, onların hal ve gidişlerine gözkulak olurlar. Ölerek doğaüstü birtakım güçlere sahip olmuşlardır. XII – XIX yüzyıllarda Şintoizm’in bir yorumcusu olan Hirata’nın da yazdığı gibi tüm ölüler tanrı haline gelirler. Doğa olaylarını yöneten onlardır, dünyayı nüfuslandırırlar, tarlaları bereketlendirirler, mevsimlerin geri gelmelerini sağlarlar, ayrıca afetlerle kıtlıklara da neden olurlar. İyilikte olduğu kadar kötülükte de güçlü olduklarından yaşayanlar onların anılarını koruyup armağanlar sunarlarsa iyicil, onları unutup ihmal ederlerse kötücül davranırlar. Ödül verdikleri gibi ceza da verirler.
Kimi metinlere göre sekiz milyon Kami vardır. Daha güçlü olan kimi ruhlar gerçek tanrılar haline gelmişlerdir ve bunlarla ilgili çok eski efsanelere rastlanılır. Birbirleriyle kardeş, aynı zamanda sevenle sevilen olan iki tanrı vardır, birinin adı İdzanagi (davetkar erkek), ötekinin adı da İdzanami (davetkar dişi)’dir. Öteki tanrılar bu ikisine dünyayı yaratma işini vermişlerdir. Kadın “ilk kez konuştuğundan” ilk zamanlarda çocukları eksik, düşük doğar. Örneğin bir seferinde de sülük biçiminde çocukları olur ki bunu kamıştan yapılma küçük bir kayığa koyup suya salıverirler. Sonra “erkek konuşur” bunların kardeşçe ve tanrısal sevişmelerinden Japon adaları, son olarak da doğa tanrıları doğar.
İdzanami son çocuğu olan ateş tanrısını doğururken ölür. İdzanagi sevgilisini ve kardeşini bulmak için cehenneme iner. Yeraltı tanrılarına verdiği söze karşın İdzanami’yi görmek arzusuna dayanamadığından cehennemden kovulur. Gidip bir nehirde arınır. Burnundan akan sudan Susanoo (şanlı ve sert erkek) doğar, ki bu okyanus üzerinde hüküm süren fırtına tanrısıdır. İdzanagi’nin sağ gözünden düşen bir damladan ay tanrısı olan Tsuki-nokami doğar. Sol gözünden düşen bir damladan da güneş tanrıçası olan Ameterasu doğar.
 
İRAN DİNLERİ VE TANRILARI
Hindulardan ayrılan İranlılar büyük tanrıları Ahura Mazda (Bilgelerin mükemmeli Mevla)’nın adı dolayısıyla Mazdeizm denen dini kurmuşlardır. Bu din yüce tanrının yanına Mithra ile bir de Anahita adlı ana-tanrı koyar. Manteizm’den sonra Zerdüşt peygamber tarafından kurulan zerdüştlük İran’da bulunan çoktanrıcılığı tektanrıcılığa doğru yöneltmiştir. Zerdüştlük herşeyden önce Ahura Mazda adlı yüce tanrıya tapmaktan ibarettir. Ahura mazda parlak, görkemli, çok büyük, çok iyi, çok güzel yaratan’dır. Çok bilge bir ruhtur. Işığın, saflığın, gerçekliğin tanrısıdır. Azıcık değeri olan tüm özgünlükler, vergiler ve en başta yaşama özgünlüğüyle ölmezlik özgünlüğü ondan gelir. Ahura Mazda’nın ölmez azizler diye adlandırılan yarı-tanrı yardımcıları da vardır ve daha önceki dinlerin ikinci derecedeki tanrıları çoğu zaman bunlarla eş tutulur. Felsefi açıdan bir dualizm olan Zerdüştlük, iyilik ilkesinin karşısına kötülük ilkesini çıkarır ki bu sonuncunun adı Angra Mainyu’dur, fakat çoğu kez Ehrimen diye de adlandırılır. Asıl güç dünyada kötü olan şeyin ne olduğunu anlatabilmekteydi. Kimi metinler Ahura Mazda’nın özünde iki tali öz, “hipostaz” görmektedirler. Bunlardan biri yaşamın yaratıcısı olan iyicil düşünce, öbürü ölümü doğuran kuşkudur. Yüce varlığın bu ikinci yönüdür ve kendisinden ayrılarak Angra Mainyu haline gelmiştir. Zerdüştlükten sonra Mazdeizm yine eski halk geleneklerine döndü. Ahura Mazda’yı yine ilk safta tutarak Anahita ve Mithra gibi ilkel tanrılara yer verdi.
 
AFRİKA TANRISI
Afrika Tanrısı insanların arasında pek bulunmaz. Dogon’larda ona Amma denilir. Serer ülkesinde ise adı Roog-Sen’dir. Bu tanrı insanoğlunun yaşamını yönetmez. Bu görevi ruhlar ve atalar üstlenirler. Tanrı sadece bir felaket anında araya girer. Afrika’dan Güney Amerika’ya getirilen zenci kölelerin kurdukları bir din ise hiyerarşik bir Tanrı düzeni kurmuştur. Hiyerarşinin en tepesinde Gökyüzü Tanrısı Obatala-İsa vardı. Ardından Yıldırım tanrısı Shango-aziz Jarome ve üç eşi gelmektedir. Bunlardan Oshun-azize Chandeleure tatlı sular tanrıçası, kardeşi Ogun-aziz Antonie demirhane tanrıçası idi. Yemanja ise tuzlu suların ve aşkın tanrıçası idi ve Afrikalılar onu Bakire Meryem’in kişiliğine sokmuşlardı.
ŞAMANİZM’DE TANRI ANLAYIŞI
Şamanlığı benimseyen halklar aynı zamanda çeşitli kültürlerin, dolayısı ile dinlerin de etkisine açık bulunuyorlardı. Şamanist dünya görüşünde dünya gök, yeryüzü ve yeraltı olmak üzere üç parçadan oluşuyordu. Altay Türklerinde “aydınlık alemi” yukarıdaki dünyayı yani gökyüzünü Tantı Ülgen, yeryüzünü yani orta dünyayı insanlar ve aşağıdaki dünyayı ise Tanrı Erlik ve ona bağlı kötü ruhların oluşturduğu inancı vardı.
Eski Türkler’de ve Moğollarda Tanrı kelimesi Gök ve İlah anlamlarında kullanılmıştır. Yani Türkler ve Moğollar önceleri Gök’e tapınıyorlardı. Tanrı Gök olarak kabul edilmiş ve gök için kullanılan kavram aynı zamanda Göktanrıyı ifade için de kullanılmıştır.
Şamanist halklarda Göktanrı göğün belirli bir katında bulunan ve insana benzeyen bir varlık olarak düşünülmüştür. Altaylarda göğün üç ve dokuz katından sözedilir. Ayin sırasında Şaman bu göğün katlarına yolculuk eder. Bu katlardan yedi veya dokuz katı aşmak gerekmektedir. Bu tabaka veya katların sayısı bazen 17’ye çıkmaktadır.
Tanrı veya en büyük ruh, göğün en üst katında ve insan biçiminde düşünülürmüş. Abakan Türkleri Tanrıdan sözederken onun çadırını bile anlatırlar. Altay Türklerinin inanışlarına göre ise Ülgen altın kapılı bir sarayda, altın bir taht üzerinde otururdu.
Göktanrı çeşitli kudret ve sıfatları ile tanınır. Gökte yaşayan en büyük ruh olarak yeryüzünü, güneşi, ayı ve yıldızları, gökkubbeyi yaratan düzeni sevk ve idare eden, kaderi tayin eden bir güçtür. Herşeye sahiptir. O herşeyi yapabilir. İnsanlara çocuk veren odur. O yalnız iyilik eder, asla kötülük etmez.
Oğuz kitabelerinde Kök tenri deyiminin mavi gök ile yanyana geçtiği yazılıdır. Çin kaynaklarına göre, Hiungnular’da yılın ilk ayında ata ruhlar ile birlikte yer ve gök ruhları için kurban kesmek gelenektir. Vatan toprağı Türklerde de Moğollarda da saygı gösterilen kutsal bir şeydir. Bu kutsallık Göktürklerin hükümet merkezi olan Ötüken ile birlikte birçok dağ ve nehrin tanrısallaşmasını sağlamıştır.
Şamanist düşünceye göre gerek yerde gerek de gökte meydana gelen çeşitli tabiat olaylarının nedeni birtakım ruhlar ve tanrılardır. Uygurlar gök gürlediği zaman haykırmalarla birlikte göğe ok atarlarmış. Bu şekilde ruhları ve tanrıları rahatsız oldukları konusunda uyaracaklarını düşünürlermiş. Yakutlar ise yıldırım düşmesinden kaçınmak için madeni şeylerle gürültü yapıp gök gürültüsünü kaçıracaklarını düşünürlermiş. Onlara göre gök gürlemesi ve şimşek çakması Süge Toyon “Balta Tanrı” yapardı. Tunguzlar ise gök gürlemesini gökteki büyük bir kuşun kanat çırpmasından meydana geldiğini düşünürlerdi ve tanrı huzuruna çıkan şamanları da bu kuş korurdu.
 
YAHUDİLERDE TANRI ANLAYIŞI
Kitaplı dinlerin en eskisi ve belki de .ilki, Tevratın bildirdiğine göre,Tanrıyı görmüş ve ondan buyruklar almış olan Hz. İbrahimin kurmuş olduğu Yahudiliktir. Hz Musa, Mısırda bir köle yaşamı sürdüren kavmini Fıravun lardan kurtarmak için yaptığı girişimlerde başarı .gösterip Sina çölüne geçtikten sonra, Yahudileri bir disiplin altına alıp örgütlemeye çalışmıştı. İşte bu dönemlerde Sina dağının çalılıkları arasında kendisine bir alev biçiminde görünen Tanrı Yahova’nın direktiflerini almaya başlamıştır. O, tektir, fakat yalnız Yahudilerin tanrısıdır. Tevrat’ın türlü bölümlerinde kaydedildiğine göre, bu tanrı Yahudi peygamberlerine görünür, onlarla görüşür. Hz. Yakubla olduğu gibi güleşir, anlaşmalar yapar, tehdit eder, vaatlerde bulunur ve buyruklar verir. Tüm yöneticilerin akıl ve vicdanlarından geçen düşünler, kararlar ve duygular biçiminde kendi iradesini belirtir. Genel olarak Samî kavimlerde ve özellikle Yahudilerde, kavmin şefleri, kendilerini Yahovanın göndermiş olduğunu, buyruklarıyle önerilerinin tümünü Yahovanın kendilerine bildirmekte olduğunu, bu nedenle de bunlara baş eğilmesi gerektiğini ileri sürerler.Yahova, hem tektir, hem de kimsenin yüzünü görmediği bir ruhtur ve herhangi bir madde, heykel ve simge ile temsil olunamaz. Yahova, evrenin yaratıcısı, koruyucusu, görünen ve görunmeyen her şeyi, düşünce ve eylemleri bilen ölümsüz varlıktır. O, peygamberleriyle yüz yüze konuşur; puta tapanlarla, başka tanrılara inananları, verdiği on buyruğa (Dekalog) uymayanları cezalandırır.
Yahova; Yahudilere Tanrıca onu anmaları için verilen addır. Yahova deyimi O’dur anlamındaki İbranice Yahu deyiminden türemiştir. Tevrat’ın ikinci kitabı olan Exodus’da anlatıldığına göre Tanrının dağı adıyla anılan Horeb’de kendisine görünen Tanrıya Musa “İsrailoğulları senin adını sorarsa ne diyeyim?” der.Tanrıda ona “Ben,Ben olan’ım beni size Ben’im gönderdi dersin.” karşılığını alır. Bu yüzden Yahudiler Tanrıya O’dur anlamına gelen Yahu veya Yaho demişler, daha sonra bu var olan anlamına gelen Yahova’ya dönüşmüştür. Tek Tanrıya inanmadan önce yahudiler Ruhlara inanmakta idiler. İdealist felsefede de olduğu gibi Yahudilik felsefesinde de evrensel gerçeklik olan varlık deyimi odur. Çünkü O’dur deyimi tüm soyutlamaların özüdür. Evrende bütün varolanlar soyutlandığında O’dur deyimine indirgenirler.
 
HIRİSTİYANLIKTA VE HIRİSTİYANLIĞIN İLK ÇAĞLARINDA VE İSKENDERİYE FİLOZOFLARINDA TANRI ANLAYIŞI
Her din gibi Hıristiyanlık da birtakım toplumsal ve tarihsel zorunluluklardan doğmuştur. Roma imparatorluğunun egemenliği altında bulunan uyruklar ve özellikle, paraya düşkün ve çıkarcı tutkularıyle tanınmış olan Yahudiler, hem devletin, hem de birbirlerinin baskısı yüzünden eziliyor ve herkes, kendi kurtuluş ve esenliğini sağlamak için bencil duygularla yaşamını sürdürmeye çalışıyordu. Bu durum, onları, Musa dininin ahlaksal doğmalarına uymaktan uzaklaştırmış ve .hahamlar gibi din görevlileri de, imtiyazlı bir sınıf gibi kendi güç ve yetkilerini koruyabilmek için bağnazlığın her çeşidini uyguluyorlardı. Bazı Yahudiler, zenginleşmek için gereken. her aracıya baş vurmaktan çekinmiyor, ahlak bakımından korkunç bir çöküntü ve anarşi, İsrailoğullarının ve bunlarla yaşamak zorun da olan öteki insanların ıstıraplarını artırıyordu. Musadan sonra gelmiş olan din bilgeleri ve hahamlar, halkı Tevratın buyruklarına bağlamak için uğrasmışlarsa da, insanları ahlakdışı eğilimlerden kurtarmak için, bu eğilimleri körükleyen nedenleri yok etmeyi düşünememişler, olumsuz bir yöntem olan öğüt vermeye, vaaz etmeye ve korkutmaya başvurmuşlardı. İşte böyle bir toplumsal ve ahlaksal bunalımın yayıldığı dönemde yetişen Nasıralı İsa, halkı, zenginlik, israf, sefahat ve erdem dışı bir yaşam alışkanlık ve özleminden kurtarmak için, çoğunluğu oluşturan yoksul halka, içinde bulundukları sefil yaşamı hoş göstermeye çalışmış, kini, düşmanlığı ve her çeşit çıkar yarışımlarını kınamış, barışı ve bağışlamayı savunmuş, Romalılara karşı da bir çeşit soğuk savaşa baş vurmuştu. Onun savunduğu ahlak doğmaları, Ahdi-Atîk denilen Tevratta vardı. Fakat, halk buna önem vermez olmuştu. İsa’nın getirmiş olduğu yeni dinin Tanrı hakkındaki esasları şöyle özetlenebilir:
Tanrı, kutsal ruhunu bir bakire olan Meryeme üfürmüştür. Bu ruhtan gebe kalan Meryemden İsa dünyaya gelmiştir. Bu itibarla İsa, Tanrı nın oğludur; Tanrı da İsa’nın Babasıdır. Tanrının kutsal ruhu, İsa’ya da geçmiş olduğundan Baba ile oğul arasında bir özgürlük, ya da özdeşlik vardır. Yani Tanrı, İsanın kişiliğinde somutlaşmıştır. Böylece İsa, yalnız Tanrı soyundan gelmiş olmaz. Kendisi de Tanrı olmuştur. Havariler tarafından yazılmış olan dört İncil, onun yaşam serüvenini, mucizelerini, öğütlerini ve çarmıha gerilişini pek küçük bazı farklarla yazarlar. Hıristiyanlık, Tanrı konusunda Üçüzleme denilen üçlü bir dogmaya bağlıdır. Bunlardan biri yukarda belirttiğimiz gibi, Baba niteliğidir ki, bu, Tanrının kendisidir; ikinci Oğul niteliğidir ki, bu, İsa’nın kişiliğinde belirmiştir; üçüncüsü de Kutsal Ruh’tur ki, bunda Tanrı yaratıcı ve egemen bir güçtür: Demek ki Tanrı, bu üç hipostas’la gerçeklenmiş olan bir yüce varlıktır. Bu inancın kökü daha çok eski zamanlardadır. Tanrının Baba olarak nitelendirilmesi, Tanrının özünden, .başka Tanrılann fışkırdığı inancı, eski Yunan filozoflarıyle Hint ve ilkçağ din ve mitolojilerinde de vardı. Bu inançlann serpintisinden etkilenmiş olari bazı hükümdarların kendilerini tanrılaştırdıkları da bilinmektedir. Firavunlar, Nemrutlar, Roma imparatorlarından bazıları, İskender ve ulusların alınyazılarına hükmetmiş olan güçlü krallar, papalar, kayserler, çarlar, mikadolar, halifeler hep tanrılaştırılmış veya Tanrının yeryüzündeki simgesi, tanrısal güç ve iradenin yaptırım aracısı sayılmışlardır. Fakat İsa, kendisini, Tanrının oğlu olarak savunmasına, sözlerinin Babasından aldığı bildiriler ve buyruklar olduğunu iddia etmesine karşın, asla .halk üzerinde zorlayıcı bir güç olmaya çaİışmamış, sadece havralarda, sokaklarda, köylerde ve kırlarda öğüt vermek ve vaaz etmekle yetinmiştir.
Hıristiyanlar Tanrı gerçeğinin sırrına yavaş yavaş vardılar. Petrus’un İsa peygamberin gerçekten Mesih olduğuna gözleri ile görüp inanmasından ve Thomas’ın İsa peygamberin dirildiğine inanışından yola çıkan havariler ve halefleri zamanla herkesin anlayabileceği akılcı bir doktrin geliştirdiler. Teslis yani İsa peygamberin üç ayrı kişiliğinde tek bir Tanrıya olan inanç.
İncillerin türlü biçimlerde yorumlanmaları ve çevirtileri yüzünden meydana gelen anlayış farkları ve başka siyasal, ekonomik ve toplumsal nedenler yüzünden, Hıristiyanlıkta, Katoliklik, Protestanlık ve Ortodoksluk gibi üç büyük ve ana mezhep belirmiş ve bunlara bağlı olmakla birlikte bazıları sapıklıkla da suçlandırılmış olan türlü Hıristiyan tarikatları da türemiştir. Bunların hemen tümü, üçüzleme dogmasını ve İncil misterlerini hatta tapım ve ayinlerini başka başka biçimlerde anlamış ve uygulamış olan mistik düşün ve egemenlik hareketleridir. Katolikler, İsanın Tanrılığını kabul eder, fakat onun kilisesini örgütlemek suretiyle, yaptıklan hizmetin doğal bir sonucu olarak bir kuvvetli rahipler sınıfını oluştururlar. Hele bu sınıfın başı olup kendilerinin Saint-Paulos’un ardılı sayan papalar, yanılmaz, dokunulmaz ve kendilerine direnilmez birer tanrısal güç olmuşlardır. Ortodoksluk ise, Baba Tanrının yaratılmamış, fakat oğulun, yani İsa’nın yaratılmış ve ikisinin arasında kutsal ruhla gerçeklenmiş olan bir öz birliğinin bulunduğunu kabul eder. Bu büyük mezhep İsa ile Tanrılığı iki ayrı güç veya varlık saymaz, Baba ve oğlunun kişiliğinde tüm insanların acılarını çeken bir şefkat ve merhamet simgesi sayar. Birincisi Romadaki Papalarıyla, ikincisi vaktiyle İstanbul’daki Patrikleriyle, iki ayrı devletin uyruklarına hükmetmiş. olan birer siyasal erktiler. İnsanların dünya ve ahret mutluluklarını kendi irade ve tutkularına göre ayarlamış ve yönetmiş olan bu iki mezhebe karşı, daha çok halkın ekonomik ve kralların siyasal çıkarlarını korumak ve kilisenin baskısını yıkmak amacıyle Luther’in (1483-1546) kurmuş olduğu Protestanlık, hıristiyanlıkta yapılmış olan önemli bir reform girişimidir. Daha akılcı olan bu mezhepte Tanrı yarlık ve bağışlayıcılığı için kiliseye maddesel yardımlarda bulunmanın gereksizliği, Tanrının karşılıksız olarak yarılgayıcı olduğu., Tanrı adına hiç kimsenin günah çıkarma yetkisine sahip olmadığı ve insanların direkt olarak tanrıyla ilişki kurabileceği savunulmuş ve İsa, tanrısal ruhun değil, Hz, Meryemin oğlu olarak mübarek bir kişi sayılmıştır.
Çoğu Papalar tarafından sapıklıkla suçlandırılarak aforoz edilmiş olan türlü Hıristiyan tarikatları da bu üç mezhebin inançlarını başka biçimlere soktular. Daha başlangıçta Saint-Paulos, Hz. Âdem’in ilk suçu, tüm soyun ve bunların ardıllarına bulaştığından, Tanrı, kendi özünün niteliklerine sahip olan İsayı insanları bu suçtan kurtarmak için dünyaya göndermiş olduğunu ileri sürmüş; Gnostikler, İsa’nın cisimlenmiş bir Tanrı olmadığını savunmuş ve onun tüm doğa biçiminde maddeleşmiş olduğuna inanmışlardı. Bazıları da âlemi Tanrının değişik ve maddesel belirtisi sayarak varlığın birliğine (monophysisme) inanırken Tanrının İsada belirdiğini, yani İsanın konuşan bir Tanrı olduğunu savunur. Bazen Tanrının yaratıcılık gücünü ve varlığını yok eden inançlara sapar, bazen de insanları tanrılaştırmış olurlar. İsayı insan olarak doğmuş bir tanrı sayan ve Tanrı iradesinin İsa’da belirdiğini ileri süren (monothelisme) dinliler de vardır ki bunlarda, insan, İsa ve Tanrı ayrımı yapmâksızın, ilkçağ Tanrılan hakkındaki düşünlerden bazıları gibi, Meryemin oğlu İsa’yı, insanlıkla tanrılığın birleştiği iki yapıli. bir gerçeklik, ya da sadece insan biçimli ve tek yapılı varlık yani Tanrının kendisi sayarlar; daha ılımlı düşünme cesaretini gösterenler ise, İsa’yı Tanrının evlatlığı sayarak onu Tanrılaştırmak tan çekinirler (adoptionisme).
Paganizma ile Hıristiyanlığın ilk çağları arasında yetişmiş olan bazı filozoflar daha vardır ki, bunlar, yüce tanrı problemini çözmek için doğru bir yol aramalarına karşın, toplumun o dönemlerdeki inanç bunalımlarından kendilerini kurtaramamışlardır.
M.Ö. II. yüzyılda yetişmiş olan Secundus, Tanrıyı, kendi kendini mevdana getiren iyi (hayır), bütün diğerlerini kaplayan biçim, ölümsüz zihin, her şeye sokulan ruh, her şeyin özel özü, tek adlı kuvvet. ışın, zihin ve güç diye tanımlar. Ona göre, iman da «bilinmediğin kesin bilgisidir. Fakat evren, sonsuz bir daire ve sonrasız bir sürekliliktir.»
Hıristiyanlıkta Tanrı dünyayı iradesi ile yoktan varetmiş olan Yaradandır. Hıristiyanlığın birçok görüşleri bu Tanrı anlayışına bağlıdır. İnsan varoluşunu Tanrının istemesine borçlu ise o zaman insan hayatının tek anlamı, Tanrının istediğini yerine getirmek olur. Hıristiyanlık theosentrik bir dindir. Tanrı bütün varlığın merkezidir. Herşey dönüp dolaşıp ona bağlanır. Bütün varlıklar Tanrı istediği için vardır. Evren Tanrının açınmasıdır. Açınma da Tanrının istem ve özünün bir dile gelmesi olduğu için tek doğru olandır, tek geçerliliği olan şeydir. Bu yüzden Hıristiyanlık alçakgönüllü olmayı, Tanrının önünde alçalmayı ve küçülmeyi en önemli erdem sayar.
 
İSLAM’DA TANRI ANLAYIŞI
İslam’da basitleştirilmiş bir Tanrı kavramı yoktur. Bu tek ilah bizim bilip anlayabileceğimiz türden, bizler gibi bir varlık değildir. Müslümanları salat yani namaza davet eden “Allahu Ekber” seslenişi, Tanrı ile geri kalan gerçeklik arasındaki farkla birlikte, Tanrıyla hakkında hiçbir şey söyleyemeyeceğimiz kendisi (Ez-Zat) arasındaki farkı da vurgular. Fakat bu kavranılamaz ve ulaşılmaz Tanrı kendisinin bilinmesini istemiştir. Eski bir hadise göre Tanrı Muhammed’e “Ben gizli bir hazineydim ve bilinmek istedim. Ve bilineyim diye dünyayı yarattım.” der. Doğanın işaretleri ve Kuran ayetleri üstüne düşünerek Müslümanlar ilahiyatın dünyaya dönük Kuran’ın Tanrının Yüzü (Vechullah) dediği bu yönü hakkında fikir sahibi olabilirler. Önceki iki dinde olduğu gibi İslam da Tanrıyı ancak eylemleri ile görebildiğimizi ortaya koyar. Tanrı böylelikle söze gelmez varlığını insanların sınırlı anlayışına sunmaktadır. Kuran Tanrıyı Mutlak olarak görür, sahici varlığa sahip olan sadece O’dur. Yeryüzünde bulunan her şey fanidir. Kutsal kitap’da Tanrının doksan dokuz adı veya sıfatı vardır. Bu adlar O’nun büyüklüğüne, evrende bulabileceğimiz bütün olumlu niteliklerin kaynağı olduğuna vurgu yapar. Böylece dünya, yalnızca O el Gani (zengin ve sonsuz) olduğu için vardır, yaşamı veren O’dur (el Muhyi), herşeyi bilen O’dur (el Alim). Dolayısı ile Onsuz yaşam olmazdı bilgi veya konuşma da olmazdı. Bu yalnızca Tanrının sahici varlığı ve olumlu değeri olduğunun ifade edilmesidir.
Tanrı’nın tek olduğunu söylemek yalnızca sayısal bir tanımlama yapmak değildir. Bu birliği insanın yaşamının ve toplumun belirleyici öğesi yapmak için de bir çağrıdır. Tanrı’nın Tekliği gerçekten bütünleştirilmiş kişilikle kavranabilir. Fakat ilahi birlik Müslümanların başkalarının dinsel görüşlerini tanımalarını da gerektirir. Her zaman tek Tanrı olduğu için, bütün doğru yöne yönelmiş dinler da O’ndan gelmektedir. Kuran Tanrı’nın yeryüzünün her halkına bir haberci gönderdiğini öğretir. İslam geleneğine göre bu şekilde 124.000 peygamber olmuştur. Bu sonsuzluğu sizgeleyen bir rakamdır ve aslında Kuran özünde yeni bir mesaj getirmediğini ve Müslümanların eski dinlerle yakınlıklarını ortaya koymaları gerektiğini yineler.
 
KAYNAKLAR
Dinlerin Tarihi ve Gizemcilik Timothy Freke & Peter Gandy
Şamanizm Cemal Şener
Kızılderililerin Dinleri Werner Müller
Hinduizm Korhan Kaya
Dinler Tarihi Felicien Challaye
Tanrının Tarihi Karen Amstrong
Mısırda Ölüm Sonrası Fikri E.A. Wallis Budge
Tanrı Anlayışı Cemil Sena
Hz. Muhammed’in Felsefesi Cemil Sena
Düşünce Tarihi Orhan Hançerlioğlu
Meydan Larousse
Ana Britannica
İnternet bilgileri