10. Gezegen Nibiru (Marduk)

Nibiru, Marduk, Wormwood, Nemesis, 10th Planet, Celestial Quetzalcoatl
Teorilere göre 10. gezegen denen Nibiru (NASA’nın 2001 KX76 olarak katalogladığı gezegen), güneş etrafındaki 3657 yıllık her dönüşünde dünya’ya yakın olarak gelip geçerken dünya üzerinde türlü felaketlere sebep olmaktadır. Bu seferki geçiş ise çeşitli kaynaklara göre 2012 yılında gerçekleşecektir. Güneş sistemimizdeki elemanlar olarak Zecheria Sitchin, Güneş’i ve Ay’ı da cisim olarak ele aldığında 11 cisim söz konusu olmaktadır. Nibiru’yu bu sisteme eklediğinde Sümer tabletlerini çeviren Sitchin’e göre 12 sayısına ulaşılmaktadır. Güneş ve Ay’ı saymazsak 9 gezegenden oluşan güneş sistemimizde Nibiru 10. Gezegen olmaktadır. Zecheria Sitchin’in kitabında anlatılan 12. Gezegen ile bugün tartışılan 10. Gezegen aynı gezegendir. Son zamanlardaki, Güneş sistemimizdeki gezegenlerin parlaklıklarındaki artış, Jüpiter’in uyduları ile arasında iyonize bir bağlantı oluşması, gezegenlerin manyetik çekim güçlerindeki artış ve değişimler, Jüpiter, Uranüs ve Neptün atmosferlerindeki sıra dışı değişiklikler dünya üzerinden teleskoplarla izlenmektedir. Son aylarda tüm dünya’da görülen atmosferik anormallikler ve çeşitli büyüklükteki depremlerin yoğunluk kazanması ile ilgili açıklamalar 10. gezegenin gelişi ile ilgilidir. Pioneer 10 ve 11’in Dünya’dan uzaklaşma hızlarındaki azalmaların da 10. Gezegen etkisi ile olduğu ileri sürülmektedir. Gezegenin gelişi ile ilgili Internet’ten toplanan bilgiler bu sayfada toplanılmaya çalışılmıştır.

Neler oldu?
1976: Zecheria Sitchin’in 12. Gezegen kitabı piyasaya çıktı.
1979: Zecharia Sitchin’in kitabının piyasaya çıkmasından 3 yıl sonra Amerikan Astronomi Birliği “Planet X” projesini başlattı.
1981: Pluto’nun yörüngesinde saptanan düzensizlikler üzerine 10. gezegenin var olup olmaması üzerine araştırmalar başlatıldı.
1982: NASA, resmî olarak 10. gezegenin varlığını kabul etti.
1983: Nibiru, NASA’ya ait IRAS (Infrared Astronomical Satellite) uydusu ile 10. gezegen olarak ilk defa görüldü
1992: Kuiper Kuşağı üzerinde ilk çalışmalar David Jewitt ve Jane Luu tarafından Hawaii Üniversitesinde başlatıldı. O tarihten günümüze değin Kuiper Bölgesinde 400 kadar nesne saptandı.
1998: 1970’li yılların başında gönderilen uzay araçlarının uzaklaşma hızlarındaki azalmalar dikkat çekti (Pioneer 10, Pioneer 11). 90’lı yılların başında bunun nedeni anlaşılamadı. Bu sene ise bunun 2001 KX76’nın çekim gücünden kaynaklandığı öne sürülüyor.
2000: NEOS (Near Earth Objects) projesi kapsamında 2001 KX76 dahil olmak üzere dünya yaşamını tehlikeye sokabilecek olası cisimler üzerinde çalışmalar başlatıldı.
Şubat 2001: Kuiper Kuşağı çevresinde dolanan CR105 isimli kuyrukluyıldızın yörüngesindeki belirgin düzensizlikler üzerinde çalışmalar başlatıldı. Düzensizliklere orada büyük bir gezegenin sebep olacağı sonucuna varıldı.
4 Nisan 2001: Gezegen, Arizona Lowell Gözlem Merkezince 2001 KX76 olarak Robert Millis ve arkadaşları tarafından resmi olarak kataloglandı.
7 Ocak 2001: İsviçre’deki Neuchatel gözlem evinde de gözlendi. Bilim insanları keşiflerini basına duyurduktan bir hafta sonra haberin asılsız olduğunu belirttiler.
11 Nisan 2001: National Optical Astronomy Observatory (NOAO) tarafından 10. gezegen, Trans Neptunian Object (TNO) 28.976 = 2001 KX76 olarak onaylandı.
23 Ağustos 2001: ESO 2001 KX76’nın Ceres’ten daha büyük olduğunu duyurdu.
2001: Deep Ecliptic Survey isimli proje kapsamında Nibiru’nun ilk dijital resimleri çekildi (Tucson yakınlarındaki (AZ) Kitt Peak Ulusal Gözlemevi ve Şili’deki Cerro Tololo Inter-American Gözlemevi).
2001: Nibiru’nun albedosu, rengi ve diğer özellikleri 6.5-metrelik Magellan Teleskopu ile Las Campanas’taki gözlemevinde (Şili) saptandı (Magellan Instant Camera (MagIC).
2003: 10. Gezegenin yaklaşmasının etkisiyle dünyanın her tarafında çeşitli büyüklüklerde depremler olmaya başladı. Can kaybına yol açmayan hafif depremlerin sayıları artmaya başladı.
2003: 1980’li yılların ortalarından itibaren meydana gelen Güneş’teki anormallikler sebebi anlaşılamamıştı. Nibiru’nun etkisi ile Güneş’teki değişiklikler dünyadaki tüm güneş gözlemevlerinde ve uzaydaki SOHO uydusu ile incelenmeye başlandı.
17 Nisan 2003: 2001 KX76’nin ismi, “Ixion” olarak değiştirildi.
15 Mart 2004: NASA, Kuiper kuşağında yeni bir büyük cisim saptadığını duyurdu. 2003 VB16 olarak kataloglanan bu yeni cisme SEDNA ismi verildi.
6 Eylül 2006: 2003 UB313 (Önce Xena sonra Eris ismi verildi) Güneş’ten 97 Astronomik birim uzaklıkta 10. gezegen adayı olarak keşfedildi ve kataloglandı.

Neden 12. Ya da 10. Gezegen Deniyor? Madem Güneş Sistemimizde 9 Gezegen Var; Nibiru’nun 10. Gezegen Olması Gerekmiyor mu?
Güneş
Merkür
Venüs
Dünya
Ay
Mars
Jüpiter
Satürn
Uranüs
Neptün
Plüto
Nibiru
Merkür
Venüs
Dünya
Mars
Jüpiter
Satürn
Uranüs
Neptün
Plüto
Nibiru
Sayıların değişmesinin sebebi Güneş’i ve Ay’ı da dikkate alıp almamak yüzünden.

Dünya’nın uydusu Ay, asteroit Kuşağı ve Satürn’ün halkasının kökeni nedir? Plüton’un yörüngesi diğer gezegenlerden neden farklı? Kuyrukluyıldızların kökeni nedir?

Sümer tabletlerindeki bilgilere göre “AB.ZU” ismindeki ilk sistemde sadece Güneş ve 4 grup gezegen vardı. Gruplarda toplam 8 gezegen vardı. Yani “AB.ZU” ismindeki ilk Güneş sisteminde toplam 8 gezegen vardı. Bunlar:

Grup 1. Merkür ve Venüs
Grup 2: Mars ve Tiamat
Grup 3. Jüpiter ve Satürn
Grup 4. Uranüs ve Neptün

4 milyar yıl önceki güneş sistemimizde bugünkü dünyamız henüz yoktu. Eğer 4 milyar önceki güneş sistemimizin gezegenlerini Sümer metinlerindeki isimleri parantez içerisinde vererek Güneş’ten itibaren sıralarsak:

Merkür (Mummu)
Venüs (Lahamu)
Mars (Lahmu)
Tiamat (11 uydusu ile birlikte, uydularından en büyüğünün ise ismi Kingu)
Jüpiter (Kishar)
Satürn (Anshar) Satürn’ün o zamanlar Gaga isminde dev bir uydusu vardı. Gaga şu an bugünkü Plüto’dur.
Uranüs (Anu)
Neptün (Ea)

Modern astronominin bugün hala cevaplayamadığı konuları Sümer tabletlerinden okuyabiliyoruz. Asteroit kuşağının kökeni, asteroit kuşağının gezegenlerin dönüş yönünün aksi yönde dönmesinin sebebi, Satürn’ün ve Plüton’un halkalarının kökeni, Ay’ın, Dünya’nın kökenleri, Triton’un dönüş yönünün gezegenlerin dönüş yönünün aksi yönde dönmesi ve kuyrukluyıldızların kökeni gibi soruları Sümer tabletlerinden öğrenmekteyiz. Tabletlere göre bugünkü dünyamız eskiden Tiamat denilen büyük bir gezegenin bir parçasıydı. Tiamat’ın o zamanlar 11 uydusu vardı. Tiamat okyanuslar ve denizlerle dolu çok sulak ve nemli bir gezegendi.

Tiamat iki parçaya ayrıldı. Tiamat’ın büyük parçası Dünya’mızı, diğer küçük parçası parçalanarak asteroit kuşağını oluşturdu. Bugünkü asteroit kuşağını oluşturan parçalar bir zamanlar Tiamat’a aitti. Tiamat, Galaktik Federasyon tarafından 18 milyon yıl önce neden yok edildi? Çünkü Tiamat üzerindeki yaşayan reptoid/dinoid (ejder) uygarlığı tehlike arz ediyordu. Bu medeniyeti ortadan kaldırmak için Taiamat yok edildi. Daha ayrıntılı açıklama:
Gezegenlerin dönüş yönlerinin aksi yönden dört uydusu ile birlikte gelen Nibiru (Marduk) ilk önce Neptün ile karşılaştı. Çekim gücü ile onun yüzeyini tümsekleştirdi ve sonunda bu tümsek o kadar büyüdü ki gezegenden koptu. Böylece Neptün’ün uydusu Triton oluştu (Triton tüm gezegenlerin tersi yönünde döner).

Daha sonra Nibiru Uranüs’e yaklaştı ve çekim kuvveti ile onun kendi etrafındaki dönüş eksenini eğdi ve ayrıca çekim kuvveti ile Uranüs’ün 4 tane uydusunun olmasına yol açtı. Bu uydulardan üçünü Nibiru kendisi aldı ve geride Triton’u olduğu gibi bıraktı. Böylece Nibiru’nun 4+3 yedi uydusu oldu. Nibiru Jüpiter ve Satürn’e yaklaşarak Güneş ekseni etrafındaki yörüngelerini çarpıttı.

O anda Satürn’ün yörüngesinde bulunan Satürn’ün dev uydusu Gaga, Nibiru’nun etkisi ile Satürn’den uzaklaştı ve bugünkü Plüto halini aldı. (Plüto’nun diğer gezegenlere göre çok küçük boyda olması, yörüngesinin Neptün’le kesişmesi ve diğer gezegenlerin yörünge düzlemi ile olan büyük farkı gibi anormallikleri nedeniyle Prag’ta toplanan Uluslararası Astronomi Birliği, 24 Ağustos 2006’da Plüto’yu gezegen statüsünden çıkardı. Çünkü, Plüto hiçbir zaman gezegen olmamıştı. Sadece bir zamanlar Satürn’ün uydusuydu.)

Nibiru’nun izlediği daha sonraki yolun üzerinde bulunan Jüpiter’in çekimi sebebi ile Nibiru, 11 uydusu olan Tiamat’a çok yaklaştı ve Tiamat çekim kuvvetleri ile ikiye bölündü. Bu olay öncesi Tiamat son derece sulak bir gezegendi (asteroit kuşağındaki şu andaki donmuş bol miktarlardaki buz). Ayrıca Nibiru’nun yörüngesindeki 7 uydunun tamamı Sümer Yaradılış epiği Enuma Elish’e göre Tiamat’a çarptı. Tiamat bu şekilde bir büyük bir küçük iki parçaya ayrıldı. Küçük olan parça parçalanarak asteroit kuşağını oluşturdu. Büyük olan da Gaia (Shan ya da bugünkü dünyamız) haline geldi.

Asteroit kuşağını oluşturan parçalar çekim kuvvetleri ile diğer buz vs. Parçalarla birlikte çarpışma sonrasında Güneş’e doğru çekildiler ve bir kısmı Güneş’e düşerek yok oldu ama bunların büyük kısmı ise Güneş’e düşmeyip bugünkü asteroit kuşağı bölgesinde (Bir zamanlar Tiamat’ın yörüngesinin olduğu yerde) bir araya geldiler. Böylece diğer gezegenlerin dönüş yönünün aksi (Nibiru’nun geliş yönü ile aynı) yönde dönecek şekilde bugünkü asteroit Kuşağı oluştu. Büyük parça (Gaia) ise Güneş etrafında yeni bir yörüngeye oturdu ve bugünkü Dünya’mızı oluşturdu.

Tiamat, Neden Yok Edildi?
Reptoid/dinoid ırkının Tiamat üzerinde büyük kolonileri vardı. İnsanlar ve sürüngenler Tiamat üzerinde barış içinde yaşıyorlardı. Sürüngen ırk, insan ırkı ile birlikte yaşamak istemedi ve insanları yok etme isteği Galaktik Federasyon tarafından beğenilmedi. Bu yüzden Nibiru Tiamat’taki yaşamı yok etmek üzere görevlendirildi. Tiamat iki parçaya bölünerek yaşam yok edildikten sonra sürüngenler Maldek isminde küçük bir savaş gezegenine geçtiler. Bu gezegeni ileri teknoloji silahlarla donatmışlardı.

Tiamat’ın eski yörüngesine yakın bir yerde Nibiru ile Maldek birbiri ile çatışmaya başladı. Nibiru’nun Maldek’e saldırısı sırasında reptoid/dinoid ırkı kendilerini savunmak için çok yoğun nükleer silah kullandılar. Maldek yok oldu ama Nibiru’nun yüzeyi de hasar gördü. Nibiru’nun koruyucu kalkanları iş görmez hale geldi. Yenilen reptoid/dinoid ırktan kalanlar kaçarlarken Venüs ve Mars gezegenindeki adına Hybornea denen başka insan kolonilerinin bulunduğu büyük yerleşim bölgelerini de yok ettiler. Reptoid/dinoid ırk bu yıkımdan sonra Güneş Sistemimizi ellerinde kalan gemileriyle terk etti. Maldek gezegeninden arta kalan parçalar, Tiamat’ın parçalarına karışarak asteroit kuşağına eklendiler. Böylece, bugünkü asteroit kuşağını oluşturan parçaların Tiamat ve Maldek’in parçalarından oluştuğunu biliyoruz.

Nibiru’nun uydularının Tiamat’a çarpmalarıyla meydana gelen büyük yıkım sonucunda çok sulak bir gezegen olan Tiamat iki parçaya ayrıldı demiştik. Uyduların Tiamat’a şiddetle çarpmaları ile Tiamat ikiye bölünürken Tiamat’ın devasa okyanusları uzaya saçıldı. Bunlar devasa buz kütlelerini oluşturarak bugün hala dönmekte olan kuyrukluyıldızları oluşturdular. “944 Hidalgo” gibi çok eski olanlar artık gaz ve buz materyallerini bitirip kuyruksuz kometler halinde Güneş Sistemimizdeki periyotlarına devam etmekteler. Her 76.8 yılda bir dünyamızdan gözlenen Halley kuyruklu yıldızı da Sitchin’e göre Tiamat’ın bir parçasıdır.

Ay’ın kökenine gelince: Tiamat’ın bu çarpışma öncesi 11 uydusu vardı ve bunlardan en büyüğü olan Kingu Gaia’nın (Dünya) uydusu Ay olacak şekilde Dünya’nın yörüngesine Galaktik Federasyon tarafından düzgün bir şekilde kondu (Ay’ın fiziksel ve elemental yapısı Dünya ile uyuşmamaktadır, yani Ay’ın kökeni Dünya’nın kendisi değildir). Yani bugünkü uydumuz Ay bir zamanlar Tiamat’ın uydusuydu. Titius-Bode kanununa göre bugünkü asteroit kuşağının bulunduğu yerde bir zamanlar Tiamat gezegeni vardı. Nibiru, Tiamat’ın 7 uydusunu alarak yoluna devam etti.

Karbon, silikon, metal, gaz ve buz parçalarından oluşan asteroit kuşağındaki parçalar bugün bir araya gelseler bir gezegeni oluşturacak çoklukta değiller. Ayrıca Jüpiter’in varlığı da bunların bir araya gelip bir gezegen oluşturmasını çekim kuvvetleri sebebiyle engelliyor. Tiamat’ın küçük parçası ve Maldek’ten arta kalanlar parçacıklar aynen Nibiru’nun aksi yöndeki dönüşü ile aynı yönde olmak üzere Mars ile Jüpiter arasındaki boşlukta dönmeye başladılar ve bu kuşağı oluşturdular. Bu parçaların bir kısmı Satürn tarafından da yakalandı ve Satürn’ün bugünkü bilinen kuşağının bir kısmını oluşturdu. Satürn’ün halkasındaki diğer parçalar Nibiru’nun çekimi ile Satürn’ün yüzeyinden çekilenlerdir. Bugün asteroit kuşağını oluşturan irili ufaklı parçaların birbirlerine yakın öbekler oluşturmayıp, birbirlerinden çok uzaklarda bulunduklarını ve bunlardan onbinlercesinin her ay yaklaşık 5000 tane olmak üzere astronomlarca kataloglandığını biliyoruz. 100 km. çapından büyük olan 220 tanesi dışında 1000 kilometrelik çapıyla en büyükleri 1801 yılında Sicilya’daki Palermo gözlemevinde Giuseppe Piazzi tarafından keşfedilen Ceres’tir. Asteroit kuşağını oluşturan bütün parçalar bir araya toplandığında Ay’ın 35’te 1’i kadar bir hacim tutacağı hesaplanmıştır ki bu miktar Ceres’in yaklaşık 3’te 1’idir. Sanılanın aksine çok fazla bir malzemeden oluşmayan bu kuşak, ayrıca uzayın derinliklerine gönderilen uzay araçları (probe) için, kuşağı oluşturan kalıntı parçacıkların birbirlerinin arasındaki mesafeler uzak olduklarından pek bir tehlike arz etmemektedir.

Güneş Sistemimizin Gruplandırılmasında asteroit Kuşağının Kullanılması
Günümüzde Mars ile Jüpiter arasında yer alan ve bir kısmı bir zamanlar Tiamat’a ait olan materyalden ve yok edilen Maldek’in arta kalan parçalarından oluşan asteroit kuşağı sınır alınarak İç Güneş Sistemi ve Dış Güneş Sistemi olarak güneş sistemimizi gruplandırdık. Buna göre Güneş ile asteroit kuşağı arasındaki iç güneş sisteminde sırası ile Merkür, Venüs, Dünya ve Mars olmak üzere 4 gezegen; asteroit kuşağından itibaren de Jüpiter, Satürn, Uranüs, Neptün, Plüto ve Nibiru (Marduk) olmak üzere 6 gezegen (dış güneş sistemi) toplam 10 gezegen bugünkü güneş sistemini oluşturdu. Tüm bu olayların sonunda Nibiru (Marduk) 3600 küsur yıllık basık elips şeklindeki yörüngesini takip etmeye başladı.

Böylece Güneş sistemimizle ilgili cevaplanamayan aşağıdaki sorular SÜMER tabletleri tarafından cevaplanmış oldu:

Triton’un dönüş yönünün gezegenlerinin dönüş yönüne ters dönmesinin nedeni
Asteroit kuşağının kökeni
Asteroit kuşağında bulunan bol miktarda donmuş olarak bulunan buz’un kökeni
Asteroit kuşağını oluşturan kalıntıların dönüş yönünün gezegenlerin dönüş yönünün aksi yönde dönmesinin sebebi
Ay’ın (Kingu) kökeni
Dünya’nın kökeni
Satürn’ün halkalarının kökeni
Plüton’un (Gaga) yörüngesindeki anormallikler
Plüton’un halkalarının kökeni
Uranüs’ün eksenindeki eğiklik

Nibiru’nun diğer ismi neden Marduk?
Sümer dilinde Nibiru, Babil dilinde ise Marduk denmekte. M.Ö. 2200 yılında Marduk, zor kullanarak Nibiru’nun kontrolünü Anu’dan devraldı. Şu anda Nibiru’nun hakimi Marduk olduğundan Nibiru’ya yer yer Marduk ismi veriliyor.

Ay, Yapay Olarak Dünya’nın Yörüngesine mi Yerleştirildi?
Günümüzde halen yanıtlanamamış sorulardan ilk 10 tanesi:

1. Dünya’daki toprak elementleri ile uyuşmayan bir yapısı olması
(Ay’dan gelen taşlar incelendiğinde krom, titanyum ve zirkonyum ağırlıklı bir yapı gözlenmiştir)

2. Dünya ile Ay’ın yoğunlukları arasındaki fark
(Dünya 5.5 g/cm küp, Ay 3.34 g/cm küp)

3. Dünya’nın dönüşü ile tam olarak aynı olarak kendi etrafında dönmesi, tam senkronizasyon
(Dünya’nın dönüşü ile (24 saat) kendi dönüşünün aynı olması (24 saat). Bu yüzden hep aynı yüzünü görürüz, Ay bize arka yüzünü hiç göstermez)

4. Ay’ın Dünya etrafında mükemmele yakın dairesel bir yörüngede dönmesi
(Ay eğer Dünya tarafından sonradan çekim kuvveti ile yakalanmış olsaydı, Ay’ın Dünya etrafındaki yörüngesi elips olurdu)

5. Dünya ile Ay arasındaki mesafenin çok yakında olması
(güneş sistemimizde ve dışında gözlenen gezegenlerin uydularının hem bu büyüklükte hem de bu yakınlıkta olması durumu hiç gözlenmemiştir)

6. Ay üzerindeki en büyük ve küçük kraterler incelendiğinde derinliklerinin neden çok sığ olduğu halen cevaplanamamıştır
(En büyük krater olan Gagarin krateri 186 mil çapında olmasına rağmen derinliği 4 mili geçmez. Ayrıca, büyük kraterlerin dip kısımları konveks olup Ay yüzeyinin eğik şeklini almıştır)

7. Ay’ın, diğer gezegenlerin uydularının uyduğu “ekvator düzlemi” kuralına uymaması (Güneş sistemindeki ve dışındaki hemen hemen bütün uydular, etrafında döndükleri gezegenin ekvator düzleminde döner. Fakat, Ay, Dünya’nın Güneş etrafındaki yörünge düzleminde dönmektedir)

8. Ay’ın bize bakan yüzünün daha deforme olması (Ay’ın bize bakan yüzüyle, hiç göremediğimiz karanlık yüzeyini karşılaştırdığımızda, karanlık yüzde meteorların yol açtıkları kraterlerin ve çeşitli sonradan olmuş deformasyonların, bize bakan yüzüne nazaran çok daha az olduğunu görürüz)

9. Diğer bir cevaplanamayan konu da Ay’ın dış kabuğunun 60 km olarak, Dünya’nınkinden 2 kat kalın olmasıdır. Ay yüzeyindeki kraterler nasıl volkanik aktivitelerle oluşmadıysa, kabuğun kalın olmasının sebebi biriken lav olamaz.
10. Dünya’nın merkezindeki eriyik haldeki çekirdek, Dünya’dan daha yavaş dönmekte ve bu sürtünme yüzünden dünyanın manyetik alanı oluşmaktadır.

Ay’ın merkezinde erimiş bir çekirdeğin bulunmadığını bilim insanları hesapladılar. Gerek Rus gerek Amerikalıların uzay araçlarındaki magnetometrelerle yaptıkları ölçümlerde, Ay’ın biz zamanlar çok yüksek bir manyetik alana sahip olduğu, bunun kalıntılarının da Ay’dan gelen kayalarda gözlenebileceği söylenmiştir.

Ay, bugün Dünya’nın yörüngesine yerleştirilmeden önce Tiamat’ın uydusuydu demiştik. Apollo 11’in Ay’ın Durgunluk Denizi’nden (Mare Tranquillitatis) getirdiği ay taşlarının yaşları, Sky and Telescope dergisindeki makaleye göre 7 milyar yıl bulunmuştur. Apollo 12’nin Fırtınalar Okyanusu’ndan (Oceaus Procellarum) getirdiği ay taşlarının yaşları ise, potasyum-argon metoduyla yapılan ölçümlere göre 20 milyar yıldır ve bu, Güneş Sistemi’nin yaşından da eskidir! Chemistry dergisindeki Urey’in makalesinde, Ay taşlarının Plutonium-244’ten oluşan Xenon izotopları içerdiğini, bunların Dünya’da bulunmayan elementler olduğunu saptamıştır. Dünya’da bulunmuş en eski kaya Greenland’da bulunmuştur ve 3.7 milyar yaşındandır. Ay’ın bu bilgilere göre Dünya’dan daha eski olduğu ortaya çıkar. Ay taşlarının diğer bir özelliği de çok zayıf bir termik iletkenliğe sahip olmasıdır. Yani, sıcaklığı neredeyse hiç iletmezler. Ergime noktası yüksek olan elementler, Dünya’da az bulunurlar. Buna karşılık, ergime noktası yüksek olan elementlerin Ay bileşiminde çok fazla bulunması da ayrı bir konudur. Ay taşlarında ve Ay’da saptanmış bulunan Titanyum, Zirkonyum ve Yttrium miktarı, Dünya ve Evren’deki ortalamanın üzerindedir (Science News, 16 Ağustos 1969). Ay üzerinde rastlanan Mascon’ların nedeni de hala izah edilememiştir (Apollo-8 astronotları Ay denizleri üzerinden geçerken araçlarının hızlandığını, alçalıp yükseldiğini göstergelere bakarak tespit etmişlerdir. Daha sonraları Ay çevresinde dolaşmış insanlı ya da insansız her araç, Ay denizlerinin bu etkisini kaydetmiştir. Bilim insanları bu sorunu, o bölgelerdeki gravitasyon çekiminin öteki bölgelere göre daha fazla olması şeklinde cevaplamış, Ay üzerindeki bu noktalara kütle konsantrasyonu anlamına gelen “mass concentration” sözcüğünden türettikleri “Mascon” adını takmışlardır). Ay’la ilgili yapılan sismik çalışmalarda, Dünya’da kullanılanlardan yüzlerce kez daha hassas cihazlar kullanılmıştır. Apollo-12’nin ay modülü Ay yüzeyine çarptığı zaman oluşan yapay deprem sarsıntısı 55 dakika sürünce bilim insanları çok şaşırmıştı. Ayrıca, sinyaller küçük dalgalardan başlayarak belli bir tepe noktasına ulaşmış, sonra da Dünya’da alışılagelmiş olanlara hiç benzemeyen bir şekilde periyotlarca sürüp gitmişti. Bu da Ay’ın yüzey kabuğunun 15-20 mil kadar altının boş olduğunu gösterir. Bilim insanlarının, saatlerce süren yapay deprem titreşimlerini çok güzel ileten bir yapının, ancak o yapı metal bir küre ise olabileceğini söylemeleri de Ay’ın 15-20 mil altında metal bir küre olduğunu anlatır. Tiahuanaco şehrindeki meşhur Güneş Kapısı, 120×360 metre ölçülerinde yekpâre bir andezit taştır ve ağırlığı 10 tondur. Üzeri uçan tanrılar ve taşıtlar figürleriyle süslü taşta 27.000 yıllık bir takvim işlenmiştir. Gökyüzünün 27.000 yıl önceki halini gösteren kabartmalarda, tüm gezegenler işlendiği halde Ay orada yoktur. Dr. Bellamy ve Dr. Allan’a göre Güneş Kapısı sembollerinde Ay, dünya yörüngesinde 11.500-13.000 yıl arası bir zamanda belirmektedir. Takvimdeki hesaplamalara göre Ay’ın 13.000 yıl önceki Dünya etrafındaki dönüşü yılda 425 turdu. Bugün bu tur sayısı 365’tir.

Pek çok sebepten dolayı, Ay dünya’nın çevresine yapay olarak yerleştirilmiştir deniliyor. Jüpiter’in uydusu Phobos’un ve Plüto’nun da yapay olarak yerleştirildiği söyleniyor. Pek çok farklı kaynağa göre yapay bir uydu olan Ay’ın ve Phobos’un içinde bir uygarlık var. Bir zamanlar Satürn’ün uydusu olan Plüto’nun (Gaga) Güneş sisteminizi gözlemek ve korumakla görevli bir karakol olduğu belirtiliyor. Pek çok kaynakta yazılanlara göre bu üçünün amacı Dünya’yı yakından izlemek ve sürüngen kötü niyetli istilacılar gibi dışarıdan gelecek tehlikelere karşı korumak. Phobos ve Plüto gibi Nibiru’nun kendisinin de yapay ama çok büyük bir uydu olduğu belirtilenler arasında. Ay’ın, Phobos ve Plüto’nun Galaktik Federasyon tarafından Dünya’yı tehlikelere karşı korumak amacı ile yapay olarak yerleştirilmişlerdir bilgisi Internet’te pek çok yerde mevcut. Bunlardan dünyamıza en yakın konumda olan uydumuz Ay ise apayrı bir inceleme konusu. Gerek NASA’nın gerek astronotların birebir gözlemledikleri, gerek Dünya üzerinden teleskoplarla sürekli görülen Ay anormallikleri (Ay üzerinde görülen ışıklı cisimler, büyük iş makineleri benzeri cisimler, görünüp kaybolan dev yapılar) hakkında çok fazla yazılmış kaynak mevcut. “Lunar Anomalies”, “TLP” (veya “Transient Lunar Phenomena”) anahtar kelimelerini kullanarak bunlara ulaşabilirsiniz.

Ay Olmasaydı Ne Olurdu?
Dünya bugünkü gibi olmazdı. Hayat bile olmazdı. Ay olmasa idi günler daha kısa olurdu. Şiddetli fırtınalar ve kasırgaların hiç kesilmediği bir dünya olurdu. Atmosfer bugünkü gibi olmazdı. Daha kalın bir atmosfere sahip olurduk. Ay olmasaydı, gel-git olayları p oranında azalırdı. Ay ışığında etkinliğini sürdüren canlılar gelişmezdi ve mevsimler olmazdı. Gel-gitler olamayacağı için Dünya’da yaşam oluşmazdı. Sadece Güneş’in varlığı ile olan mevsimler, rüzgarlar ve yağmurların var olduğu bitkilerden ibaret boş bir gezegen olurdu Dünya. Ay’ın varlığı yaşamı açıklıyor. Kadınların menstürasyonun 28 günlük bir periyotta olması da Ay’ın varlığı ile ilgilidir. Ayrıca, Dünya’nın Güneş etrafındaki yörüngesinden 5 derecelik bir yörünge eğikliğiyle Dünya’nın etrafında döner.

Nibiru’nun Uyduları Neyi İfade Ediyor?
Başlangıçta 4 olan uydu sayısının şu an 7 kadar olduğu söyleniyor. Nibiru’nun kendisi üzerinde hayat yok, zeki yaşam Nibiru’nun yüzeyinin altında ve uyduları üzerinde olduğu söyleniyor. Nibiru, dışarıdan bakıldığında altın sarısı rengindedir. Bu yüzden Nibiru’nun etrafında mor bir halka gözükür. Nibiru, Dünya’mızdan 4 kat daha büyüktür. Nibiru Galaktik Federasyon tarafından Sirius B’de başıboş olarak keşfedilen büyük bir parçaydı. Daha sonra evrendeki en üstün teknoloji ile bir savaş yıldızı haline getirildi. Şu anda Nibiru 5. boyutta olduğundan Dünya’dan çıplak gözle görülemiyor fakat etkileri hissediliyor.

Nemesis Teorisi Nedir?
Güneş’in görünmeyen karanlık (karadelik) ikizinden bahseder. İsmi Nemesis’tir. Bir elips’in iki odağı vardır. Bu teoriye göre Nibiru’nun elips olan yörüngesindeki odaklardan birisi Güneş, diğeri Nemesis’tir. Ayrıca Nibiru’ya Sümerler, “Gelip geçip giden”; Babil’liler ve Mezopotamya’lılar, “Marduk, Cennetlerin kralı”; Eski Yahudiler, “Kanatlı dünya”, Yunanlılar ise “Nemesis” demişlerdir.

Albedo Nedir?
En basit anlatımıyla albedo, Güneş’ten gelen ışın ile gezegenin yüzeyinden uzaya yansıyan ışığın oranıdır. Bilinen en yüksek albedo dünya yüzeyinde kar’a aittir ve 1’e yakındır. Albedo’su sıfır olan bir yüzey karanlık demektir. Dünya’nın albedosu 0.38’dir.

Titius-Bode Kanunu Nedir?
18. yüzyılda Johann Daniel Titius ve Johann Elert Bode gezegenlerin Güneş’ten uzaklıklarının belli bir orana göre olduğunu öngören bir kanun keşfettiler. Onlara göre gezegenlerin uzaklıkları belli bir sırayı izliyordu. Onlara göre sıfır ile başlayan bu sayılar şu şekilde sıralanıyordu: 0, 3, 6, 12, 24, 48, 96, 192, 384, 768. Daha sonra her bir sayıya 4 ekleyip 10’a böldüler.

Sonuç standart astronomik birim ile çakışınca da buluşlarını açıkladılar. Yıllar sonra başka türlü yaklaşımlarla gezegenlerin güneşe uzaklıkları için katsayılar buldular. Amaç, o güne kadar keşfedilmemiş gezegenleri bulmak ve olası uzaklıklarını saptamaktı. Bunlardan en sonuncusu ise Fibonacci yaklaşımıdır. Titius-Bode kanunu duyurulduktan sonra bu dağılımlara göre dünyanın her yerinde gezegen avcılığı başlamıştı. Ayrıca Titius-Bode bu kanunu keşfettiklerinde asteroit kuşağı, Uranüs ve Neptün daha keşfedilmemişti. 1781 yılında William Herschel Uranüs’ü ve 1801’de Giuseppe Piazzi asteroit kuşağının en büyük cismi olan Ceres’i, 1846’da Johann Galle Neptün’ü ve 1930’da Clyde Tombaugh Plüto’yu keşfettiklerinde bunların uzaklıklarının Titius-Bode kanuna uyduğu görüldü:

Nuh Tufan’ına Sebep Olan Su, Nereden Geldi?
Internet’te yer alan pek çok kaynağa göre çok uzun bir zaman önce dünyanın etrafında yoğun nemden oluşan bir kuşak vardı. Bu kuşak sayesinde dünyada fırtınalar, mevsimsel anormaliler ve sel gibi afetler görülmüyordu. Dünyanın çevresini saran yaklaşık 3 mil kalınlığındaki bu kuşak (ya da gök kubbe) sayesinde dünya’nın her yerinde ılıman bir iklim mevcuttu. Dünya’da cennete benzer bir yaşam sürülüyordu. Eski kitaplarda sözü edilen yemyeşil ağaç ve sık bitkilerle kaplı dünyamızdaki koşulları ancak böyle bir gök kubbe sağlayabilirdi. O zamanlar dünya’daki insanlar bu kuşak yüzünden Güneş’i ya da Ay’ı göremiyordu. Astropikal yapıdaki dünya’daki yaşam koşulları o zaman çok rahattı. Bu kuşağı Galaktik Federasyon’un gezegen ve yaşam yaratan mühendisleri inşa etmişti ve onu yerinde tutan enerji üreten yapılar dünyanın değişik yerlerinde gizlenmişti. Daha sonra bu yapıların birkaçının insanlar tarafından yok edilmesi ile buz kristallerinden ve nemden olan kuşak dünyaya yağmur halinde düşerek büyük tufanı oluşturacak miktarda suyu meydana getirdi. Bu enerji kristallerinin yok edilmesi fikri Nibiru’nun komutanı Marduk tarafından başlatılmıştı. Marduk, Mısır’daki oğlu Seth’e Büyük Piramit’in kristal tapınaklarına saldırmasını emretti. ME adı verilen bu kristallerin bazılarının yok edilmesi sonucu kuşak 40 gün süren muazzam yağmurlarla çöktü.

Bugün Nuh Tufanı’nı meydana getirecek kadar bol miktarda suyun nereden geldiği ile ilgili pek çok görüş ortaya atılmaktadır. Enerji üreten yapılardan bazıları hala dünyanın çeşitli yerlerinde sağlam olarak bulunmaktadır iddiasını kanıtlamak amacıyla bunların yerleriyle ilgili pek çok araştırma yapılmış fakat başarısız olunmuştur. Bu kadar bol miktarda suyun bir anda ortaya çıkışı ile ilgili teorilerden birisi olan buz kristalleri kuşağı ya da nem kuşağı teorisi bu teorilerden birisidir. Küresel ısınma ile ilgili projelerden birisinde, kutuplardaki buzların tamamının eriyerek okyanus su seviyesini ne kadar yükselteceği ile ilgili çalışmalar yapılmıştı. Çalışmaların sonucunda yeryüzünün tamamını etkileyecek büyüklükteki bir tufanın meydana getireceği suyun yağan yağmurlarla açıklanamayacağı sonucuna varıldıktan sonra bu suyun nereden geldiği ile ilgili varsayımlar ileri sürülmüştü. Bunların içlerinde en akla yatkın olanı yoğun nemden oluşan bu kuşağın yok edilerek yağan yağmurlarla global ölçekte bir sel felaketine yol açması fikridir. Bu konu ile ilgili çok fazla bilgiye, Internet’te “canopy” ve “flood” anahtar kelimeleri aratılarak ulaşılabilmektedir. Ayrıca Türkçe olarak, Virginia Essene’nin “Galaktik İnsan” kitabında ve Jelaila Starr’ın “12. Gezegenin Dönüşü” kitabında bu kuşaktan ayrıntılı olarak bahsedilmektedir.

Uzayın Derinliklerini Gözlemlemek İçin Yapılan Teleskoplar Neden Çoğunlukla Güney Yarımkürede?
Güneş sistemimizin de içinde olduğu Samanyolu galaksimizin merkezi ile ilgili çok merak var. Ayrıca, gökyüzündeki pek çok önemli nebula, galaksi vs. çoğunlukla güney yarımküreden izlenebiliyor. Hem galaksi merkezi hem de önemli gök cisimleri hep dünyanın güney yarımküresinden daha rahat izlenebildiğinden, çok büyük ebatta yeni bir teleskop (ya da gözlemevi) kurulacağı zaman bunun için genellikle uygun yer hep güney yarımküreden seçilir. Ama, hem havada toz olmaması, hem de berrak gökyüzü sebebi ile kuzey kutbunda ve kutba yakın yerlerde de teleskoplar kurulmuştur. Hubble ilk yörüngeye oturtulduğunda (merceğindeki hata giderildikten sonra) ilk iş olarak derhal güney yarımküredeki ilginç cisimlere kaçınılmaz olarak odaklanmıştır.[1]

Kaynaklar: bluepoint

Yazar Hakkında |

1980 yılında Kocaeli'nde doğdum. Yaklaşık 13 yıldır tasarımla uğraşmaktayım. Çok küçük yaşlardan beri Uzay ve ötesine olan ilgim doğrultusunda, merakımı gidermek ve bilgi sahibi olmak amacıyla bu konular üzerine yıllardır araştırma yapmaktayım.

Start typing and press Enter to search