Mucizevi bir düzen içinde çalışan ve sınırları hala tam olarak bilinemeyen insan vücudunda öyle bir nokta var ki gizemi yüzyıllardır tam olarak çözülemedi. Modern felsefenin kurucularından Fransız filozof Rene Descartes tarafından “Ruhun oturduğu koltuk” olarak tanımlanan epifiz bezi, insan bedeni ile ruhu arasındaki uyumu sağlarken kişinin evrenle olan bağlantısına da hayat vermektedir.[1]
Uyurken odanıza birinin girdiğini nasıl fark ettiğinizi hiç merak ettiniz mi? Beynimizin neredeyse merkezinde bulunan ve sadece bezelye tanesi büyüklüğünde olan epifiz bezi sayesinde zifiri karanlıkta, hatta uyurken bile dış dünyayı algılayabiliyoruz.[2]
Kendinizi karanlık bir odada, ikinci bir odaya açılan kapının yanında durduğunuzu hayal edin. Çok çok karanlık olan ikinci odaya girmeye hazırsınız. Odaya açılan kapıyı bile zorlukla görüyorsunuz. İkinci odaya giriyorsunuz, arkanızdan kapıyı kapatıyorsunuz ve içerisi simsiyah, kapkaranlık.
Böyle bir durumla karşılaştığınızda, üçüncü göz bölgenizden bir algılama huzmesi gönderebileceğiniz gibi ellerinizle de hissedebilirsiniz. (Aslında her hangi bir çakranızla hissedebilirsiniz, ancak çoğu kişi üçüncü çakrasını ya da ellerini kullanır.) Belli bir mesafe için o karanlık odaya bir bilinç huzmesi yansıtabilirsiniz. Bir cm kadar gidebilir, ya da bir kaç metre dışarısını hissedebilirsiniz ve böylece o alanda hiç bir şey (ya da belki bir şey) olup olmadığını algılayabilirsiniz.
Bilinciniz bu kadar bir mesafe gider ve durur. Bilme haliniz durur ve o noktadan sonra ne olduğunu bilemezsiniz. Neden bahsettiğimi herhalde hepiniz biliyorsunuzdur, ancak bir çoğumuz, gözlerimize çok güvendiğimizden, bu hissimizin geri çekilmesine izin vermişizdir.
blank
Eski Mısır’da Horus’un gözü ve Epifiz bezinin benzerliği.
Ancak bazı insanlar, özellikle de kadim Mısırlınlar, bu konuda çok iyiydiler. Karanlık bir odaya girerler, etrafı hissederler ve her yer simsiyah olduğu için gözleriyle hiç bir şey görememelerine rağmen orada ne olduğunu algılarlardı. Bu yeteneği gösteren kör insanlar vardır.
Aslında bu algı huzmelerinden bizlerde altı tane vardır – sadece bir tane değil, tam altı tane. Hepsi de başımızın ortasından, epifiz salgı bezinden çıkar. Biri başımızın ön tarafındaki üçüncü gözden, diğeri başımızın arkasından; biri beynimizin sağ tarafından başka bir tanesi de sol tarafından; bir diğeri taç çakramızdan dümdüz çıkar ve akıncısı da ensemizden aşağı dümdüz iner. Bunlar, geometrideki x-y-z eksenlerindeki aynı yönlerdir.
Mısırlılar, içimizde bulunan bu bilinç unsurunun yaradılışın başlamasını mümkün kıldığına inanmaktaydılar. Eğer bu yeteneğimiz olmasaydı, yaradılışın asla gerçekleşmeyeceğine inanırlardı.
blank
Epifiz bezi, tüm geçmiş kültürlerde özel bir yere sahiptir.
Bu Epifiz bezi gücü Sümerler tarafından da bilinmektedir ve bu bezin sembolü olan çam kozası figürü, bu toplumlar tarafından muhtelif şekillerde resimlendirilmekteydi. Bu resimleri Buda’nın Kalpağında, Mısır duvar resimlerinde, Sümer Tanrılarının kalpağında, Asur Krallıklarında, Yunan Tanrılarında, Vatikan’ın önünde ve Papa’nın asasının başında, Mason Localarında hatta Hitlerin masasında ve Güney Amerika yerlilerinde görüyoruz.
Eski insanlar evreni ve evrende olup biteni, bugünün insanlarına göre daha iyi kavradıkları için, Epifiz bezini Ruh ve Beden arasındaki bir köprü gibi kullanmışlar; kullandıkça da Epifiz bezi hacmi hep büyük kalmış ve ona göre de daha çok salgıda bulunmuş. Kullanımı yavaş yavaş değerini kaybettikçe, bu bez de tembelleşmiş, son yıllardaki sulara karıştırılan sodyum florür, diş macunlarına ve çeşitli gıdalara karıştırılan flor kimyasalları ile kireçlenerek çok ufalmış ve fonksiyonunu yitirir hale gelmiştir. Bilindiği üzere Epifiz bezi floru bir mıknatıs gibi üzerine çekmekte ve florda Epifiz bezini süratle kireçlendirerek orijininde yumuşak ve elastik olan bu organı kemikleştirmekte ve fonksiyonunu icra edemez hale getirmektedir.
Epifiz bezi beynin en karanlık bir noktasında olmasına rağmen kendiliğinden ışığa duyarlıdır. Gözlerimizin retinasına ve alın çakramıza bağlı sinirler vasıtası ile ışıkla beslenmektedir. Fiziksel dünya ile manevi alemler ve yüksek frekanslar arasında bağlantı görevi yapmaktadır. Eğer Epifiz bezi uyandırılabilirse, öğrenme ve hafıza yeteneklerimizi güçlendirir. Sezgimizi, ilmimizi ve yaratıcılığımızı geliştirebilir. Şifa verme yeteneklerini tetikleyebilir ve mutluluğu artırır. Daha üst boyutlarla irtibatımızı sağlayarak insanların spritüel yeteneklerini güçlendirir. Bu hususlar tıbbi deneylerle de tespit edilmiştir.[4]
Hz. İsa’nın “Karanlıkta oturanlar gerçek (büyük) ışığı görürler” sözü, yine beyin epifizine yani pineal bez’e atfediliyor.
Epifiz bezin içinde – bu küçülmüş boyutunda bile – tüm kutsal geometri ve tam olarak Gerçeğin nasıl yaratıldığı ile ilgili anlayış gizlidir. Hepsi orada, her bir insanın içindedir. Ancak bu anlayış, düşüş sırasında hafızamızı kaybettiğimiz için bize şu anda açık değildir, ve hafızamız olmadığı için de farklı bir biçimde solumaya başlamışızdır. Pranayı epifiz bezden alarak, merkezi tüpün içinde aşağı, yukarı dolaştırmak yerine, solumak için, ağız ve burnumuzu kullanmaya başlamışızdır.
Bu durum, prananın epifiz salgı bezine dokunmadan geçmesine neden olmuş ve böylece de her şeyi tamamen farklı bir şekilde görmemize, tek Gerçeği başka türlü yorumlamamıza (iyi ve kötü ya da karşıtlık bilinci) yol açmıştır. Karşıtlık bilincinin sonucu da, kendimizin bir bedenin içinde olup dışarıya baktığımız ve böylece ‘dışarılarda’ olup bitenden kopuk olduğumuzu düşünmemiz olmuştur. Bu tamamen bir illüzyondur. Gerçekmiş gibi gelir, ancak bu algının gerçekle hiçbir ilgisi yoktur. Sadece, bu dükmüş halimizde gerçeği algılayış biçimimizdir.
Örneğin, olmakta olanın. Tanrı yaradılışı kontrol ettiği için, yanlış bir tarafı yoktur. Ancak, bir diğer bakış açısından, karşıtlık bakış açısından, gezegene ve gelişimine bakarsak, buraya düşmüş olmamalıydık. Normal bir evrim eğrisine göre, burada olmamalıydık. Olmaması gereken bir şey bizlerin başına geldi. Mutasyona uğradık – kromozom kırılmasına maruz kaldık diyebiliriz. Dünya gezegeni son 13.000 yıldır kırmızı alarmda, ve değişik bilinç seviyelerinden varlıklar hep beraber bizleri tekrar eski yolumuza (DNA) nasıl koyacaklarını bulmak üzere çalışıyorlar.
Bilinçlilikten bu “hatalı” düşüşünün etkisi; ve bunu takip eden bizleri tekrar yola sokma çabaları, gerçekten iyi – hiç beklenmedik ve şaşırtıcı sonuçlar doğurdu. Evrenin her tarafından gelerek bizlere bu sorunumuzda yardımcı olmaya çalışan varlıklar – kimi kanunen yetkili, kimi ise izinsiz — bir deneyi başlattılar. Hiçbir yerde, hiç kimsenin — en eski tarihimize ait kültürden gelen bir kişi hariç — gerçekleşebileceğini hayal bile etmediği belirli bir senaryo ile neticelenen bir deney gündeme geldi.
blank
Ayrıca dinimizde gece ibadeti büyük sevapları olan ve Peygamber Efendimiz tarafından çok övülerek tavsiye edilmiş bir ibadet vaktidir. Epifiz bezinin çalışmaları ise gece maksimum seviyeye çıkmaktadır. Gece yapılan ibadetlerde kişinin kendini Allah’a daha yakın hissetmesi ile bu bezin salgılarının kişinin zihninde bazı algıları açmasının paralellik gösterdiği düşünülmektedir.[7]
Epifiz bezinin salgıladığı Melatonin, Serotonin ve DMT (Dimetiltriptamin) hormonlarının etkinlikleri bilindiğinde, bazı bilim adamlarınca “Bu bezi tam kapasite ile kullanmayı başaranların önsezileriyle her şeyi görebileceği, hatta astral seyahat yapabilecekleri” iddia edilmiştir. Halen dünyanın muhtelif bölgelerinde özellikle Uzak Doğu’da, Hindistan ve Tibet gibi ülkelerde bu organın aktifleştirilmesi ve verimli kullanımı için çeşitli uyandırma metotları kullanılmaktadır.
Eski zamanlarda inisiye kişiler Epifiz bezini etkin bir şekilde, uzmanlık derecesinde kullanabildikleri için farklı boyutlarla ilişki kurabildikleri gibi, evreni de çok doğru bir şekilde anlayabiliyor ve algılayabiliyordu. Bugüne gelindiğinde insanlık bir psişik düşüş dönemi yaşamakta, tamamen maddesel bilimlere odaklandığı ve mistisizmi bilim dışı kabul ettiği için, geçmişteki insanların sahip olduğu bu özellikleri benimseyerek Epifiz bezini tam kullanamıyorlar.[4]
Fakat bu organcık yaşlandıkça, özellikle günümüz modern dünyasında kireçleniyor ve işlevini yitirmeye başlıyor. Bunun en büyük sorumlusu olan kimyasal maddelerden biri de florür ve tabii ki sularımızdaki kireç. Ama bir numara florür ya da florid. Bunun da insanın farkındalığını artırmasını tökezletmek için bilinçli olarak koyulan engellerden biri olduğu düşünülüyor.
blank
Bebeklere dişleri sağlam olsun diyerek florür veriyorlar, florürün epifiz bezinin küçülmesinde ve kireçlenmesindeki negatif etkisini anlatan yüzlerce makale olmasına ve diş hekimlerinin florür kullanımının dişe, beyne, kemiğe zararlarını anlatan onlarca makalesi olmasına rağmen önemsemiyorlar.[8]
Bugün insanların çoğunluğu Epifiz bezini kullanamadıkları için eski insanların sahip olduğu mistik güçlere sahip olamamakta ve başka boyutları algılayamamaktadırlar. Bugün bile Epifiz bezinin ruhumuzun evi, evrene ve daha yüksek boyutlara açılan kapı olduğuna inanılmaktadır. Yapısı itibari ile göz yuvarlağına çok benzediği için aynı zamanda “Üçüncü Göz” yada “Akıl Gözü” denilmektedir. İç yapısı retina ile benzerlik arz etmektedir. Bu nedenle Epifiz bezine “her şeyi gören göz” adını verdiler ve bunu 1 Amerikan Doları’nın üstünde resmettiler. Aynı göz resmini mason amblemlerinde, Antik Mısır’ın duvar resimlerinde ve Horos’un kafasının resimlerinde de görebiliriz.
Kadim Uygarlıklar tarafından çok iyi bilinen ve çok verimli kullanılan Epifiz bezi için 17.yüzyılda Descartes “Bedenle-Ruh arasında bir geçiş kapısıdır” demiştir.[4]
Descartes, özgür irade düşüncesini koruyabilmek için insan zihninin fiziksel dünyadan farklı olduğunu ve onun yasalarına tabi olmadığını ileri sürmüştür. Onun bakış açısına göre bir insan iki unsurdan oluşur: Beden ve ruh. Beden sıradan bir makineden başka bir şey değildir, ama ruh bilimsel yasanın hükmü dışındadır. Descartes anatomi ve fizyoloji ile çok ilgilendi ve beynin merkezinde bulunan ve epifiz bezi denilen küçücük organı ruhun bulunduğu yer olarak kabul etti. Onun inanışına göre epifiz bezi bütün düşüncelerimizin oluştuğu yerdi ve özgür irademizin kaynağıydı.[9]
Zamanla maddesel bilim ilerledikçe Epifiz bezi gerçeği göz ardı edilmeye başlanmış, bu konuya bilim ilgisiz kalmıştır. 1958 yılında Amerikalı dermatolog Aaron Bunsen Lerner, Epifiz bezinden Melatonin hormonunu ayırınca, Epifiz bezi bilimin gündemine girdi ve o yıldan sonra, özellikle 1960’lı yıllarda, bu bez üzerinde yoğun çalışmalar başlatıldı.
blank
Omurgalıların beyininde yer alan bir iç salgı bezi olan epifiz, bezelye büyüklüğünde 10 gram ağırlığında bir yapıdır ve biyolojik saatimizin merkezidir.Ağırlığı sadece 100 – 180 mg arasında olmasına rağmen vücudumuzda böbreklerden sonra en fazla kanlanan organ olarak bilinir.
Epifiz bezinin şekli, küçük çam kozalağına benzemektedir ve beynin orta yerinde iki yarım küresinin birleştiği bölgede yer alır. Kırmızı-gri renklidir. Vücudun yaşantısını sağlıklı ve dengeli şekilde idame ettirmesi gereken melatonin, serotonin ve DMT gibi hormon ve nörotransmiterleri salgılayan bu bez, aynı zamanda beyindeki simetrik olmayan tek yapı olmasıyla da dikkat çeker.
Beyinde her bölüm simetrik yapıdadır. Bu nedenle beyindeki tüm bölümlerden beyin içinde iki tane vardır, yani her şey çifttir. Epifiz bezi ise bir istisna teşkil eder. Beyin içinde başka bir benzeri, yani ikizi yoktur tektir. Bu nedenle de beyin içerisinde bağımsız çalışan bir organdır. Beynin parçası değildir.
Epifiz bezi, yuvarlaktır ve bir tarafı açıktır ve bu açıklığın içinde ışığın odaklanmasına yarayan bir mercek vardır. İçi boştur ve içinde renk alıcıları vardır. Öncelikli görüş alanı – ki bu daha bilimsel olarak ispat edilmemiştir – yukarı, göklere doğrudur. Tıpkı gözlerimizin baktıkları yönden 90 derece yanlara doğru görebildikleri gibi, epifiz bez de belirlenmiş pozisyonundan 90 derece yanlara ‘bakabilir’. Tıpkı gözlerimizle başımızın arkasından bakamadığımız gibi, epifiz bez de yere, dünyaya doğru bakamaz.
blank
Dr. Swami Karmananda Saraswati, epifiz hakkında şunları söylemektedir:
“Epifiz yaklaşık 6,35 mm genişliğinde, yaklaşık 10 gram ağırlığında, çam kozalağına benzeyen minik gri beyaz yapıdadır. […] 1886’da iki mikro anatomi uzmanı, H.W. De Graff ve E. Baldwin Spencer, birbirlerinden bağımsız olarak epifizin, küresel bir lens ile dolu içsel bir odayı çevreleyen pigmentli retina hücreleri olan dışsal gözlerin tüm önemli özelliklerine sahip olan dumura uğramış bir göz6 olduğunu keşfetti. Daha sonraki araştırma bezin aslında hem direkt olarak hem de dışsal gözden gelen sinir yolları vasıtasıyla çevresel ışığa tepkiler verdiğini kanıtladı. Hindistan’ın yoga metinlerinin ve çağlar boyunca mistik geleneklerin epifize değinirken ‘sezginin gözü’ ve ‘üçüncü göz’ olarak bahsetmeleri tesadüfün ötesindedir.”
Epifiz bezi, 7. çakranın salgı bezi olarak adlandırılmaktadır. Beyin epifizi, her şeyden önce bir kaç hormon salgılamaktadır. Fakat en önemlisi Melatonin, yani uyku ritmini sağlayan hormondur. Beyin epifizi iki göz arasındakiki hizada bulunduğundan 3. göz olduğu da söylenmektedir.[5]
Epifiz bezi pineal ya da kozalaksı bez olarak nitelendirilir ve bedendeki taç çakranın karşılığıdır. Ruhsallığa bağlanma noktamız aydınlanmanın merkezi olarak da isimlendirilir. Epifiz bezi uyku ve uyanıklık döngüsünü kontrol eder. Sembolik olarak dünyada uyanık olduğumuzu sandığımız anda aslında uykuda olduğumuzu belirten, uyanma hali ile birlikte, yani bireysel kıyametimizi yaşadığımız durum ile ilgili olarak epifiz-Neptün-balık ilişkisi üzerinde düşünülmelidir.[11]
Okültizm araştırmacısı Manly P. Hall, epifiz bezi (ya da kozalaksı bez) hakkında şöyle yazmaktadır:
“İnsan beyninde kozalaksı beden denilen küçük bir bez vardır, bu bez kadimlerin kutsal gözüdür ve Cyclopların [Tepegöz] üçüncü gözüne karşılık gelir.”
Bu bez kesilip incelendiğinde, iç yapısının da gözün retinasına benzediği ve benzer sıvıları taşıdıkları tespit edilmiştir. Yani beynin kapkaranlık mekanına yerleştirilmiş gerçekten de üçüncü bir gözdür.[4] “Yaşam Çiçeğinin Unutulmuş Sırrı” kitabının yazarı Drunvalo Melchizedek;
“İnsan bedenindeki bir diğer temel nokta, başın hemen hemen ortasında yer alan ve bilinçlilikte çok önemli bir faktör olan epifiz salgı bezidir. Bu bez, onu nasıl kullanacağımızı unuttuğumuz için, orijinal boyutu olan pinpon topu boyutundan, şimdiki boyutu olan kurumuş bezelye boyutuna inmiştir. Kullanmadığımız melekemizi kaybederiz.”
demektir.
Epifiz bezi, dokusal olarak göz yapısına benzemektedir (kornea, retina). Tabii bir farkı vardır. Gözlerimiz ışığa duyarlıyken, yani organın fonksiyonları ışık girdiğinde devreye girerken, pineal gland ışık kesildiğinde işlevselliğine başlamaktadır.
Bu bezden 3 adet hormon salgılanıyor: Melatonin (uyku veren), Pinolin (uyanıklık ve zindelik veren) ve Dimetiltriptamin (DMT)- (Ruhani molekül). Pinealositler gözdeki fotoreseptörlerle büyük benzerlik gösterir. Bu durum, epifizle gözün ortak bir embriyolojik kökten geldiğini düşündürmüştür.
Dimetiltriptamin çok ilginç bir hormon. Şamanlarda “ayahuasca” denilen bir iksirin yapımında kullanılıyor. Hormonu ise bitkilerden elde ediyorlar.
Elde ettikleri bitkiler ise şunlar: phalaris arundinacea (kanarya kamışı otu), psychotria viridis, phalaris spp. (kuş otu), acacia spp. (akasya), arundo donax (kargı kamışı) ve desmanthus illinoiensis. Ayahuasca, Peru ve Brezilya’da yetişen psiko-aktif bir bitki. Içindeki DMT maddesi zaten vücudumuzda bulunan bir sıvı. Tüm memeli hayvanlarda ve bazı bitkilerde bulunuyor. Embriyo halindeki bir bebeğin 8 haftaya kadar salgıladığı bir sıvı. Üçüncü gözü açtıranlardan. Bu maddeyi aldığınız zaman adeta yeniden doğuyorsunuz. Metaforik olarak değil gerçekten. Spiritüel tarafının yanısıra fiziksel iyileştici özelliği de var. Bir Ayahuasca seremonisi 10 yıllık psikoterapi seansına bedel.
Bu konudaki en ünlü bilimsel çalışma, ABD’de New Mexico Tıp Fakültesi’nde Prof. Rick Strasman tarafından, fakülte, hükümet ve FDA’den onay alınarak gerçekleştirildi. Bu çalışmada pineal bezden salgılanan ’dimetiltriptamin’ (DMT) adlı maddenin gönüllü denekler üzerinde uygulanmasıyla, ölüm öncesi deneyimler, halüsinasyonlar ve beden dışı deneyimler gibi paranormal olaylar saptandı. Deneklerin çoğunda benzer deneyimlerin yaşanması, DMT’nin ’ruhun molekülü’ olarak anılmasına sebep oldu. Ruh molekülü doğumda ve ölümde artıyor.
İlginç biçimde, deniz seviyesinden yükseklerdeyken epifiz aktivitesi farklılıklar arz eder. Bezin, dağların zirvesinde fazla hormon salgıladığı belirlenmiş. Birçok inziva yeri, manastır ve ibadet için seçilen mağaralar da yükseklerde. Bu irtifalarda, hormonun faydası ile üst bilinç seviyesindeki bağlantıların kolay kurulabildiği ve iç ışık kaynağımızın aktive edildiği sonucuna varılıyor. Bu yüzden tarih boyunca tüm ibadethaneler olabildiğinde yükseğe yapılmış. Yani ibadethanelerin yükseğe yapılmasının sebebi matematiksel olarak Tanrı’ya yakın olmak değil ama bir nevi bu hormonun da yardımıyla üst bilinçlerle daha fazla iletişimde bulunmak. Tibet manastırlarından tutun da Hıristiyan manastırlarının da yüksek yerlere yapılması bu yüzden. Bu hormonun salgılanımını artırmak.
Karanlık ayrıca çok önemli. Çünkü epifizin en önemli salgısı olan Melatonin sadece karanlıkta salgılanıyor. Gece 21’de salgılanmaya başlar. Gece 02-04 arası en yüksek düzeyine ulaşır. Sabah 7’de üretimi durur. Çoğu dinde sabaha karşı ya da gece ibadetinin önemi bu yüzden. Hormonun salgılanımı ne kadar yüksekse ruhsal âlemlerle bağ o kadar güçleniyor. Ve ibadet için bu yüzden gecenin en karanlık ve salgının en çok olduğu an seçiliyor.
Işığın melatonin üretimine engel olduğu bilimsel bir gerçektir. Düzenli ve yeterli bir melatonin salınımı için, karanlık ortamda uyumak gerekmektedir. Melatonin en büyük faydası ise kanserden koruması. Körlerde kanser olma oranı sıfıra yakındır.. Çünkü sürekli karanlık içinde oldukları için Melatonin üretimleri çok fazla. Bir bilimsel araştırma da göstermiş ki gece vardiyasında çalışanların kansere yakalanma oranı diğerlerine göre daha fazla, çünkü bütün gece ışık altında oluyorlar. Lütfen karanlıkta yatın ve çocuklarınız uyurken ışığı kapatın.
Epifiz bezinin taç çakrayla ilişki olduğunu söyleyenler de var. Bu durumda epifiz bezi 3. göz ile ilişkilidir. Sonuç olarak ikisine birden önem vermeniz sizin yararınızadır. Çünkü taç çakra ve 3.göz birbirlerine yardım ederler.[5]
Bugün gizemi hala tam olarak çözülemeyen epifiz bezi hakkında daha detaylı bilgiye ulaşmak için internette küçük bir araştırma yapmanız yeterli. Sonrasında bu mucizevi kaynağın aktif çalışmasını engelleyen faktörleri azaltmanız ve evrenle bütünleşerek daha büyük bir uyum içinde yaşamanız mümkün. Çözümlemeyi bildiğimiz taktirde, insan bedeni küçük şifreleri ile her zaman nitelikli yaşamanın gizemini gözlerimizin önüne sermeye hazır.

Epifiz Bezinin İşlevleri

Epifiz bezinin vücuttaki en önemli işlevi hiç kuşkusuz salgıladığı melatonin ile vücudun gece – gündüz döngüsünü ve dolayısıyla da biyolojik saati ayarlamasıdır. Melatonin insan vücudu için öylesine hayati bir öneme sahiptir ki, bu hormon için “vücuda reset atan hormon” demek çok da yanlış olmaz. Çünkü melatonin salgısı normal ölçütlerde olan bir vücutta, hücre yaşlanması ve DNA bozulması minimuma iner ve kanser gibi oto-immün hastalıklara yakalanma riski ciddi anlamda azalır. Yine büyüme üzerinde de önemli bir etkisi olan epifiz bezi, çocuklarda sağlıklı bir kemik ve kas gelişimini sağlayan hormonları üretir.
Sadece bir mercimek tanesi boyutunda olan epifiz bezinin vücuttaki en önemli görevlerinden biri de kişinin ruh halinin pozitif olmasını sağlayan -yani doğal bir antidepresan görevi gören- serotonin adlı nörotransmiteri salgılamasıdır. Hem kadınlarda hem erkeklerde üreme sağlığını doğrudan etkileyen epifiz bezi salgıları, yumurta ve sperm kalitesinde de belirleyici bir unsurdur.[1]

Çalışma Şekli

Epifiz bezi insanlarda, hayvanlarda ve bitkilerde bulunur. İnsanlarda, çocuk doğmadan evvel başlayıp, iki yaşına gelene kadar oluşur. Eğer iyi korunmazsa 12 yaşına geldiğinde kireçlenir ve sertleşir. Yetişkinlerde ise uyku durumuna geçip pasifleşmiş haldedir. Kullanılmadığı için de körleşmiştir. Bu körleşmeye sebep olan en büyük unsur, yukarıda belirttiğimiz gibi şehir sularına katılan ve diş macunlarında bulunan florürdür. Keza diş dolgularında kullanılan cıva, paketlenmiş hazır gıdalar ve fazla tüketilen şekerler de bu suçlular arasındadır. Bu madde ve kimyasallar Epifiz bezinde hızla kireçlenmeye sebep olarak bu organımızı çalışmaz hale getirmektedir.
Epifiz bezini aktif hale geçirmenin yolları, yukarıda sayılanlardan uzak durmak ve trans meditasyon ve Uzak Doğu’da olduğu gibi ayinlerdir. Epifiz bezi deniz seviyesinde aktif değildir. Daha ziyade yüksek rakımlı yerlerde ve uykuda, karanlıkta aktiftir. Bu nedenle pek çok dini mabetler ve tapınaklar çoğunlukla yüksek rakımlı yerlerde inşa edilmişlerdir.
Epifiz bezi gündüz çalışmaz, fakat enerjisini iki gözün retinasına ve alnın ortasındaki 6. çakramıza bağlı sinir uçları vasıtasıyla ışıktan alır ve ışığı direk görmemesine rağmen ışığa karşı fazla duyarlıdır. Hatta bu bezin kapasitesini artırmak için, güneşin doğuşu ve batışı esnasında, güneşe bakılabilir hale gelindiğinde 15 dakika süreyle güneşe bakılması tavsiye edilir.
Epifiz bezi geceleyin karanlıkta aktif olur ve aşağıda izah edeceğim yararlı hormonları karanlıkta, özellikle uyku esnasında salgılar. En yoğun salgılama zamanı doğum anı, ölüm anı ve gece saat 03:00 sıralarıdır.
Epifiz bezinin salgıladığı 6 hormon içindeki başlıca hormonlar, şunlardır:

  1. Melatonin Hormonu
    1. Bazı kurbağaların ve balıkların çevrelerinde değişen ışık şartlarına, öfke ve korku gibi duygusal durumlarına tepki vermek için renk değişimi yapmalarını sağlar.
    2. Ergenliği başlatır ve cinsel gelişimi sağlar.
    3. Uyku düzeninde etkili olur.
    4. Üreme üzerinde etkili bir hormondur.
    5. Vücudun biyolojik saatini ve ritmini ayarlar.
    6. Hücrelerin yenilenmesinde etkilidir.
    7. Göz retinasını korur.
    8. Kanser engelleyicidir.
  2. Serotonin Hormonu
    1. Beyin hücreleri arasında elektrik ve kimyasal sinyallerini taşır.
    2. Mutluluk hormonu olarak tanınır.
  3. DMT (Dimetiltriptamin) (RUH MOLEKÜLÜ)
    1. Epifiz bezinin salgıladığı hormonlar içinde, üzerinde en çok konuşulan ve Epifiz bezine en çok kutsallık veren hormon DMT hormonudur. Bu hormon da diğerleri gibi geceleyin uyku sırasında, doğum ve ölüm anında salgılanan ve bir çeşit halüsinojen olan kimyasal maddedir. Esasında çok basit bir moleküldür. DMT geceleyin, rüyaların görüldüğü esnada salgılanır. Salgılanan hormon çok düşük miktardadır. Eğer salgılanan DMT miktarı fazla olursa beyinde algı değişimine yol açar.
    2. Peygamber hastalığı olarak da bilinen ‘Temporal Lob Epilepsisi’, beyinde yüksek miktarda DMT salgılanmasına sebep olduğu için farklı boyutlara kapılar açıyor ve bir takım şizofrenik halüsinasyonlara sebep oluyor.
    3. Doğum ve ölüm esnasında salgılanan DMT miktarı, normal zamanlarda salgılananlardan daha fazladır. Doğumda DMT’nin daha çok salgılanması ile anne ve bebekte bir trans ve mutluluk hali gerçekleşir. Bu durumda anne doğum sancısına daha rahat katlanır, bebek de uyku halinde olduğu için yeni bir hayata sıkıntısız bir geçiş yapar.

Araştırmalara göre bebek dünyaya geldiğinde, beyin omurilik sıvısında çok miktarda DMT bulunduğu tespit edilmiştir. Bebeklik ve küçük çocukluk döneminde beynin @ daha aktif olduğu belirlenmiştir. Bu nedenle de öğrenmeye ve spiritüel ilişkilere daha açıktırlar. Çocuklarda 2 yaşına kadar gelişimini tamamlayan Epifiz bezi, 12 yaşına geldiğinde oldukça küçülür ve kireçlenmeye başlar.
blank
Ruh Molekülü (DMT)
Aslında epifiz bezinin yukarıda bahsettiğimiz gizemlerinin dayandığı kimyasal DMT, yani dimetiltriptamin’dir. Normal şartlar altında epifiz bezinin uyku sırasında eser miktarda salgıladığı bu kimyasal, rengarenk rüyaların ve “yarı ölüm hali” benzetmesi yapılan ileri seviye uykuların da müsebbibidir. Yaşayan tüm canlılarda belirli oranda bulunan bu kimyasal bileşik insanlarda en çok doğum ve ölüm anlarında salgılanır.
Şamanizmde çok önemli bir yere sahip olan DMT, Güney Amerika yerlilerinin bazı DMT içeren bitkilerle hazırladıkları “Ayahuasca” adı verilen çayla deneyimlenebilir. Ruhun bedenden ayrılarak bambaşka bir boyuta geçtiği bu DMT yüklemelerinde, Budizm ve Hinduizm inanışının temelini oluşturan “çakra” kavramıyla da benzerlikler olduğunu görülür. Epifiz bezleri normalden fazla DMT salgılayan kişiler, bu deneyimden sonra yaşadıklarını çok net aktaramasalar da; renklerin, seslerin, kokuların her zamankinden daha canlı olduğunu ve tartışmasız bir “birlik” hissiyatı içine girdiklerini aktarmaktadırlar. Tüm evrenle muhteşem bir uyum içinde olma hali de yine Sufizm’deki “Vahdet-i Vücud” kavramı ile ilişkilendirilebilir.
Kalbi duran ve bir süre ex halde kaldıktan sonra yaşama tekrar dönen hastaların deneyimleriyle büyük benzerlikler gösteren DMT deneyiminin, sanatsal yaratıcılığı, pozitif düşünceyi ve sezgileri de güçlendirdiği düşünülüyor. Belki de bu yüzden DMT maddesini içeren üzerlik tohumu yüzlerce yıldır Anadolu’da “kötü gözleri ve nazarı” kovan bir tütsü olarak kullanılıyor.[1]
Halen Güney Amerika’da, özellikle Peru’da, DMT içeren meşrubatlar üretilip satılmaktadır. 1950’den bu yana da bazı yerlerde Ayahuasca kiliseleri açılmaya başlanmıştır. Ayin sırasında kişilere Ayahuasca meşrubatı sunulmaktadır.
DMT çeşitli bitkilerden üretildiği üzere, kamıştan da üretilmektedir. Mevlânâ ayinlerinde sadece kamıştan üretilmiş flütlerin kullanılmasını, Mevlânâ’nın da DMT gerçeğini bildiği ve bu nedenle kamış flütler kullandıkları rivayet edilmektedir.
Netice, DMT etkisi, vücuttan ayrılmış bir bilincin mümkün olduğunu açıkça göstermektedir. Bu durum bilimsel deneylerle de kanıtlanmıştır.[4]
Epifiz Bezini Kireçten Temizleme

Okültizm
Okültizm yani gizemcilik öğretisinde büyük bir yer tutan epifiz bezinin, Uzakdoğu inanışlarındaki “üçüncü göz”e ve sufizm inancındaki “kalp gözü” kavramlarına karşılık geldiği düşünülmektedir. Hatta Eski Mısır belgelerinde sıkça karşımıza çıkan Horus’un Gözü figürünün epifiz beziyle olan şekilsel benzerliği oldukça şaşırtıcıdır. Yani bu bağlamda epifiz bezini, ruhun derinliklerine bakan gizemli bir göze benzetmek mümkündür.
Epifiz bezinin pek çok inanç sisteminde metaforik olarak göze benzetilmesi aslında tesadüfi bir durum değildir. Çünkü epifiz bezinde de tıpkı göz gibi retinal ve korneal yapıların bulunduğu ve bu dokunun ışığa son derece duyarlı olduğu bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Pek çok spiritüel sisteme çıkış noktası olan; insan ruhunun özünü temsil eden ve şekli açıkça kozalağa benzeyen bu dokuya dair bir diğer ilginç bilgi ise, Latince ismi “corpus pineale” olan epifiz bezinin Vatikan’daki Sistine Şapeli’nin önündeki dev kozalak heykeline ve papalık asasındaki kozalak figürüne ilham vermesidir.[1]
Okült anatominin iddialarına göre epifiz bezinin aktive edilmesi veya başka bir deyişle Üçüncü Göz’ün açılması, bireyin zihin ve aklın sınırlarını aşmasına, zaman ve mekânın esaretinden kurtulmasına, ilahi şuur ile bütünleşmesine, özetle: Sezgisel, mistik, parapsikolojik yeteneklerinin artmasına vesile olmaktadır.[10]
blank
Epifiz Bezi ve İlluminati
Epifiz bezinin bu özelliklerini ve bizim güç kaynağımız olduğu gerçeğini bilen ve yönetimi ellerinde tutan bazı siyasiler, İlluminati gibi aileler, mason dernekleri, Vatikan ve eski inisiye kişiler bunu biliyorlardı. Bu nedenle de bu gruplar hep Epifiz gerçeğine sahip çıktılar ve çıkmaktadırlar.
Bu elit tabaka halen Epifiz bezinin güç kaynağına sahip çıkarak, kendi yeteneklerini korurken, insanlığın çok büyük bir kısmının bu yeteneklere sahip olmasının önüne geçen ve bu insanların Epifiz bezini körelten kimyasalların üretim ve geniş bir yelpazede kullanılmasını teşvik ettiler. Bugün şehirlerimizin su şebekelerinde, yediğimiz tüm paketlenmiş gıda maddelerinde ve diş macunlarımızda kullanılan bu kimyasalları, bizler zaruri ihtiyaçlarımız içerisinde tüketmekteyiz. Bu tüketim çarkından da kendimizi kurtaramadığımız için, Epifiz bezimizi körleştirmiş bulunuyoruz. Bu elit tabakanın istediği de zaten böyle olması. Zira toplumun çok büyük bir kısmının uyanışa geçmesi istenmiyor. Çünkü uyanmış bir toplumu yönetmek çok zor olacağı gibi kendi güçlerini de paylaşmak istemiyorlar. Epifiz bezinin yarattığı gücü sadece kendileri kullanmak istiyorlar. Halkın Epifiz bezini körleştirirken, kendilerininkini daima uyanık tutuyorlar. Böylece de toplumları daha kolay yönetmeyi umuyorlar. Uyanmış ve uyanık bir toplum istemiyorlar.
blank
Monarch Projesi
Çeşitli satanistik ritüeller zihin programlamada inancın kırılması eşiğinde cinlerin zihne yaptırım ve müdahalesi ile söz konusu olabildiğne inanılıyor. Okultizm ve satanizm iç içe geçmiş ve birbirini besleyen akımlardır. Belki Şeytan bu konuda zihne vesveseler vermek yolu ile zihin kontrolünün en azından fikren temelini atan bir figür olarak değerlendirilebilir. Elektro şok, fiziki işkenceler, travma yaşatıcak kadar kadar aşırı dozda manevi işkenceler, uyuşturucular birçok çeşitli yazılar ve kayıtlar vardır, bu konuda vazgeçilmez yöntemlerdir.
Monarch Programlama bir çok organizasyonun gizli amaçlar ve emelleri için kullandığı bir zihin kontrol metodudur. CIA tarafından geliştirilmiş zihin kontrol programı olan MK-ULTRA projesinin devamıdır ve ordularda ve siviller üzerinde test edilmiştir. Metotları akıl almaz derecede acımasız ve sadistçedir (kurbanda travma yaratma amaçlıdır) ve beklenen sonuçlar korkunçtur: Kontrolcü tarafından herhangi bir zamanda herhangi bir eylemi harekete gerçekleştirmek için tetiklenebilen zihni kontrol edilen bir köle ordusu yaratmak. Medya bu konuyu görmezden gelse de, 2 milyondan fazla Amerikalı dehşet verici bu programdan geçmiştir. Monarch Programlamanın kökenleri, metotları ve sembolizmi ile ilgilidir.
İnsan beyni yönetilmese bile köreltilebilir. Televizyon gibi şeylerden ziyade beyinin içinde bulunan Epifiz bezi köreltilebilir. Monarch kölelerini, ünlü bilim adamları ve yüksek düzeyli resmi kişiler tarafından kurbanlara uygulanan aşırı şiddet, taciz, işkence ve sadistik oyunlar hakim güçler arasında ‘’karanlık bir taraf’’ olduğunu kanıtlamaktadır. Açıklananlara, belgelere ve söylenenlere rağmen, halkın büyük çoğunluğu konuyu bütün olarak görmezden gelmektedir. 1947’den beri Amerika’da 2 milyondan fazla insan travma bazlı zihin kontrolü ile programlanmıştır ve CIA 1970’te zihin kontrol projelerini halka açıklamıştır. Manchurian Candidate (Mançuryalı Aday) direkt olarak konuyla ilgilidir ve hatta elektroşok, tetikleyici kelimeler, mikroçip takılması gibi teknikleri de göstermektedir. TV ve sinemalarda gördüğümüz bazı ünlüler zihin kontrol köleleridir. Candy Jones, Celia Imrie ve Sirhan gibi bazı ünlü kişiler kendilerinin zihin kontrol deneylerini açıklamıştır… ve hala halk bunun ‘’olamayacağını’’ iddia etmektedir.
Kaynaklar : gizliilimler ( Akhenaton )
[1] “Ruhun ve Bedenin Gizemli Buluşma Noktası: Epifiz Bezi”, Argemonie (üç aylık dergi), Temmuz-Ağustos-Eylül 2018, sayı: 11, s.22-23.
[2] “Üçüncü Gözümüz: Epifiz Bezi”, Aile (Diyanet aylık dergi eki), Mayıs 2018, s.60.
[3] Drunvalo Melchizedek, “Yaşam Çiçeğinin Unutulmuş Sırrı”, Ovvo yayınevi, İstanbul, cilt:1, s.148.
[4] Yaşar Özkan, “Epifiz Bezi Mucizesi”, www.yasarozkan.net/makaleler/epifiz-bezi-mucizesi/makale42.html.
[5] Alev Aksan, “Epifiz 3. Göz müdür?”, Sevgi Dünyası (aylık dergi), Eylül 2013, sayı: 537, s.37-39.
[6] Drunvalo Melchizedek, a.g.e., s.3-4.
[7] Biyo Medya (yaşam bilimleri gazetesi), yıl: 1, sayı: 3, Temmuz-Ağustos 2006, s.7.
[8] Azra Kohen, Akilah, “Aeden: Bir Dünya Hikayesi”, Destek Yayınları, ISBN 978-605-311-187-0.
[9] Stephen Hawking – Leonard Mladinow, “Büyük Tasarım”, Doğan Kitap, İstanbul 2012, 7. baskı, s.31.
[10] Kubilayhan Yalçın, “Tekno Paganizmin De Facto Peygamberi”, Yerli Bilimkurgu Yükseliyor, Şubat 2018, sayı: 1, s.23.
[11] Şebnem Geylani Cebbaroğlu, “Denizler Tanrısı Evine Dönüyor”, Ruh ve Madde Dergisi, Ocak 2012, yıl: 53, sayı: 624, s.20.
[12] Manly Palmer Hall, “Tüm Çağların Gizli Öğretileri“. çev. Murat Sağlam, Mitra Yayınları, İstanbul 2014, s. 232.
[13] “Monarch Kelebeği”, www.ozelburoistihbarat.com/Content/images/archieve/monarch-kelebegi-5c005270-5013-4325-b1af-68ad7f4e36c7.pdf.