Gayya Kuyusu
Saint Augustin: “Sanki bir şey bulacakmış gibi arayacağız, fakat hiçbir zaman bulamayacağız daima aramaktan başka.”
Sözcük anlamının, cehennemde bir dere veya cehennemin en derin tabakasında bulunan kuyu olduğu söylenir. Sırat köprüsünün altından aktığına inanılan ateşten nehir olarak da bilinir. Mecaz anlamda ise belalı ve karmaşık yerdir. Ayrıca içine düşenin kolay kolay çıkamayacağını anlatan durumlar için kullanılır. Yunanca yer demek olan “geo”’nun aslı Gaia (Gaya)’dır. Arapça gaye(t), son hedef, uç noktası, limit, en son olma, uçta olma anlamındadır.
Gayya, bazı kaynaklarda kuyu olarak bazı kaynaklarda vadi olarak anılmaktadır. Kimileri için maddeden manaya geçiş için bir kapıdır gayya çukuru. Kendini yaşarken dönüştürmenin sembolü olarak da görülebilinir. “Eskiden dervişler karanlık çökünce “gayya” adını verdikleri çukurlara gün ışıyıncaya kadar girerler sessizliğin ve bazen sadece bir mumun aydınlattığı bu çukurlarda tefekküre dalarlarmış. Daracık ve oksijenin de az olduğu bu çukurlarda içsel yolculuklarını gerçekleştirirlermiş.”
Halk arasında “Gayya Kuyusu” deyimi çok olumsuz, ümitsiz, çıkılması ya da aşılması zor durumlar anlamında kullanılan bir terimdir. Her şeyi “Kâfirler! Yanacaksınız!”a bağlayan avamın algısıyla en büyük günah sahiplerini uzun süre ağırlayacak olan mekândır.
Oysaki bu, kendi derinine dalman gereken bir iniştir. V.I.T.R.I.O.L. simya terimi de aynı adresi gösterir. Aşağıya doğru dikey bir harekettir. Dönüş, tamamlanış ile birlikte yine dikey olarak yüzeyedir. Kendini yeniden doğurup dönebilen, kendi anima/animus’sundan kendisi doğabilen, toprağın derinliklerinde ana tanrıçanın, toprak ana’nın rahminden tekrar doğup tamamlanabilen için dikey yolculuk çok önemlidir.
Birçokları inmekten çekinir, karşılaştığına sırtını döner, kendi ile objektif yüzleşmez, döndüğünde aynadaki suretine yalan söyler. Kahramanın farkı buradadır. Kahraman hem bilinç hem de bilinçdışı dünyasının ustası olmuştur. O sembolik mağaradan, cehennemden, Gayya kuyusundan, sınavdan bir sembol olarak çıkar. Kahramanın sorumluluğu aydınlanmasını paylaşmaktır ki, insan yapısı itibarı ile tembelliğe mehilli olduğu için bu görev bilinci ile yaşamaya direnir. O, kendi aydınlanmasını ve yaşamı boyu kendi içinde çıkacağı miraçları çevresi ile paylaşır.
Kendini bütünleyen, tamamlanan, karşıtları kendinde birleştirmeyi beceren kahraman, karanlık yönünü de fark edip bir simyacı gibi onu dönüştüren farklılaşma ve bütünleşme enerjilerini bir arada kullanabilen, birini görmezden gelmeyen “gerçek insan”dır. Gayya kuyusu onun aydınlanma yolunda cesaretle geçtiği önemli bir duraktır. O’nda bilinç ve bilinçaltı bir köprü ile birleşir. Yatay ve dikey gelişim sürekli daha yukarda yeni noktalarda kesişir. Birlik üçüncü bir noktada tesis edilir üçgen ile sembolleşir ve üst köşe de birleşme noktasıdır. Ben ile O’nun iletişimi üçüncü noktada kurulur.
Sonluda karşıt bulunanlar, sonsuzda birliğe ulaşırlar. O asli cevheri bulmuştur, simyadaki “Materia Prima”’yı. Ruhunu arayan insanın macerasıdır bu, Jung’un deyimi ile. Yeni bir kimliğe bürünmeyle devam eder yolculuk. Çalışma sadece okuyarak değil, yaşayarak, hissederek içimizde yapacağımız derin düşünce yolculukları ile olacaktır. Düşünme üzerine düşünme tefekkürdür.
Kuyulardan, basamaklardan geçerek derinliklere inilir. İç dünyasını tamamen keşfeden yani egosunun sembolik metallerden arındıran ve gölgenin baskısından kurtulan Ben, diğer parçaları olan İkiz, anima/animus ile diyaloğa girebilecektir. Felsefi düğün, kimyasal düğün işte burada bu bütünleşmededir.
Yolda inşa edilir, aranır, bağlanılır, karar verilir, ayrılınır, arınır, meydan okunur, günah keçisi kurban edilir, başkasında doğar, dayanışır birçok eylem yaşanır. Ayrılanlar bir araya gelir, başkalarına yansıtılanlar kaynağına, kendine döner. Freud şöyle der: “Benimiz ihtiraslarımız ile mantığımızın yapmış oldukları mücadelenin ürünüdür.”
Felsefe taşımız tabanı Ben’i temsil eden piramidin tepe noktasıdır. “Ben ben” taşıdır. Ben daima “O” tarafından kendine çekilir, bu yüzden saat yönünde tavaf tüm geleneklerde vardır. Bilinçaltında da aynı kural mevcuttur, merkezi O’dur. 12.y.y.’da yaşamış Kabalist Abulafia şöyle der: “İnsan bir inanca bağlı kalarak kurtuluşa erişemez, ancak kendi üzerinde yapacağı deneylerle özgürlüğüne ulaşabilir.”
Gayya kuyusu derin ruhsal çalkantıların, çıkılamayan zihinsel labirentlerin metaforudur. Yecüc Mecüc’ün de azap yeri olan, cehennemin 5. tabakası (hutame)’dedir, bu sembolik kuyu. Akla ve mantığa uymayan işlerin döndüğü mekândır yüzeye bakılınca. Ancak ezoterizm bize anahtarı uzatır ve derinliklerinde yatan anlamları keşfettirir.
Farklılaşma (yatay enerji, güç, görev, eylem, gelişebilme) ve birleşme (dikey enerji, dinginlik, spritüel arayış, sevgi) enerjileri iki zıt karakterli enerjidir. Gerçek insan bunları bir köprü ile uyum içerisinde birbirine bağlamaya çalışır. Özgürlük ikisinin arasındaki gerilimin ortadan kalkması ile edinilebilinir. İnsan gibi insan Gayya kuyusunun dibi gibi kendi içindeki tehlikeli karanlık ile barışmıştır. Yolcu bu tehlikeli sınavdan zarar görmeden geçmiştir. Hedef simyagerlerin “Coincidentia Oppositorum”’da (Karşıtların birlikteliği, zıtların anlaşması anlamındadır. Bölünmelerin ve zıtlıkların, her şeyin birliği algılayışında kaybolup gittiği vecdi deneyime verilen isim, uyum ve bütünlüğün ilâhi imasıdır.) olduğu gibi dağılmışları birleştirmek, zıtları kaynaştırmaktır. Ancak olgunlaşma süreci hiçbir zaman son bulmayacaktır.
“İnsanoğlu genellikle Meleği baş tacı ederken, Şeytanı ise kapı dışarı eder. Onu kimse sahiplenmek istemez bu yüzden de o herkesi sahiplenir. Şeytan, tüm kötülüklerin bilinen adresidir.” C.Jung’un bu konuya yaklaşımı şöyledir: “Kötülüğün insanın, kendi seçimi olmadığı halde, doğasında daima yaşadığı gerçeğini idrak edersek, psikolojik dünyamızda kötülük iyinin eşit ve zıt partneri olarak yerini alır.” “Çevremizdeki insanlar içlerindeki şeytanı bastırıp, melek maskesi takarak masumca ortalıkta dolanırlar, en kötüsü kendilerini de inandırırlar. Ta ki kuyruklarına basılana dek. Zehirli iğneleri damarınıza girdiğinde canınız fena yanar, ama insanların gerçek yüzüyle de tanışmış olursunuz. Aslında bu yüzü bir yerden tanıyorsunuzdur, o biraz size de benzemiyor mu?”
“Dönüşüm doğada mevsimler, insan bedeninde de sürekli biten ve yeniden başlayan döngülerle karakterize olur. Vücudumuzdaki tüm atom sayısının % 98’i her yıl değişmektedir. Derimiz 5 haftada yenilenir. Görünüşte çok katı ve sert olan iskelet bile her üç ayda bir tamamen yenilenir. Mide zarındaki tipik bir hücre sadece birkaç gün yaşar. Alyuvarların ömrü 2-3 aydır. Karaciğer hücrelerinin yenilenmesi birkaç yıl sürer. Sadece Kalp ve Beyin hücreleri yenilenmez.” Değişim, dönüşüm, yenilenme, evrim ve devrim yaşamın ve evrenin kuralıdır. Yaşam sonsuz bir çizgi değil, sonsuz bir spiraldir. Başlangıç ve son sürekli iç içe devinir. Başlangıçsızlıktan sonsuzluğa bir yolculuktur. “Çürüyen, bozulan ne varsa söküp atar yerine yenisini yaratır. Dönüşüm ve Başkalaşım temel içgüdüdür ve önünde duran her şeyi silip süpürecek güçtedir. Bu aynı zamanda Simyanın son safhasıdır. Önce saflaştırılıp sonra birleştirilen maden (ruh-beden) en sonunda simyacıların “Siyah Altın” dedikleri cevhere dönüşür.”
Yolculuk bizi maskelerden arındırır. Tao öğretisindeki “Kadim İnsan” gökyüzü ile yeryüzü arasında aracıdır. Kadim gelenekte insan yeryüzü ve gökyüzünün çocuğudur. Özgürlük taneciği kendinde doğar ve “Ben, benim” der. Farkındalık ile çatışmalarını durdurabilen, dengeyi sağlayabilen insan gerçek insandır. Yolda “Ben” ve “O”’dan oluşan zıtlar uyumlu olarak birleştirilir. Bilinç ve bilinçaltının sulh yaptığı “Ben” tamamlanma yolundadır.
“Ağaçlar güçlü köklerini göğe uzatmazlar, aksine toprağın derinliklerine gizlerler.”
Kaynakça: derki
http://www.tdkterim.gov.tr/bts/?kategori=verilst&kelime=gayya+kuyusu+&ayn=tam
http://www.eksisozluk.com/show.asp?id=27959657
http://evreninyolisaretleri.blogspot.com/2011/10/akrep-burcu-ve-akrepin-bilinmeyen-yuzu.html