İlk kez James Churchward tarafından ortaya atılan, geçmişte üzerinde ileri bir uygarlığın bulunduğu, Pasifik Okyanusu’nda bir kıtanın varlığı konusundaki görüş, çeşitli belge ve bulgular mevcut olmakla birlikte, henüz arkeologlar arasında yaygınlık kazanmamış bir görüş veya bir varsayım olmaktan öteye gidememiştir. Türklerin Mu Kıtasından geldiği söylentileri de varsayım olarak eklenmiştir.

blank
Churchward’un İddiası
Churchward’un iddia ettiğine göre Mu uygarlığını araştırmasına başlaması, Batı Tibet’teki, adını vermediği gizli bir tapınağın arşivlerinde bulunan, çok eski bir dilde yazılmış olan Naacal Tabletleri’ni okumasıyla başlamıştır. Söylediğine göre, bu tabletleri okuyabilme becerisini de yine o tapınakta bulunan bir Tibet rahibinden öğrenmiştir. Churchward sonraki yıllarda, Amerikalı jeolog William Niven’in Meksika’da ortaya çıkardığı tabletler üzerinde çalışmıştır. Churchward’a göre, günümüzde Mexico Müzesi’nde bulunan, 1921–1923 yılları arasındaki kazılarda keşfedilen bu 2600 tablet, Tibet’te öğrendiği Naga-maya dilinde yazılmıştı. Churchward’a göre bu tabletler 15.000 yıl önce yazılmıştı.

Varsayımı savunanların görüşleri
Yaklaşık 50 yıl boyunca 20’den fazla ülkeye giderek Mu uygarlığı hakkında veri toplayan James Churchward’un ve Mu varsayımını destekleyenlerin Mu uygarlığı hakkındaki görüşlerini kısaca şöyle özetlenebiliriz:

* Yeryüzünde insanın ilk ortaya çıktığı kıta Mu kıtasıdır.
* Mu kıtası kuzeyden güneye 3000 mil, doğudan batıya 5000 mil kadar uzanan,üç kara parçasından oluşan büyük bir kıtaydı.
* Günümüzde Polinezya, Mikronezya ve Melanezya takımadalarını oluşturan adalar, muhtemelen bu kıtadan arta kalan kara parçalarıdır.
* Bu kıta, kıtanın altında yer alan gaz odacıklarının patlamalara yol açması nedeniyle, yaklaşık 12.000 yıl önce 64 milyon nüfusuyla birlikte sulara gömülmüştür.
* Bu kıtada 70.000 yıl önce tek tanrılı bir din bulunuyordu. Aynı tarihlerde Mu’lular diğer kıtalarda koloniler oluşturmaya başlamışlardı ki, anavatan dışındaki en büyük imparatorluk, başkenti günümüzde Gobi Çölü’nün uzandığı bölgede bulunan Uygur İmparatorluğuydu.
* Mu dininin öğretimini Naacaller adı verilen rahipler üstlenmişlerdi ve sembolizme dayalı bir öğretimleri vardı.
* Mu dininin esası, Tanrı’nın tek oluşuna ve ruhsal gelişim için sürekli olarak tekrar doğmak inanışına dayanıyordu.
* Atlantis’teki din Mu’nun tek tanrılı dininden başka bir şey değildir.
* “Ra” sözcüğü güneş anlamına gelirdi ki, daire ile ifade edilen güneş sembolü, bir ad ve sıfat vermek istemedikleri, “O” diye hitap ettikleri Tek Tanrı’yı simgelemede kullanılırdı; Mu imparatoru da “Mu’nun güneşi” anlamında Ra-Mu adıyla ifade edilirdi. Ra sözcüğü sonradan diğer kıtalara ve Atlantis yoluyla Mısır’a da taşınmıştır.
* Dört ırktan oluşan Mu’lularda yazı dilleri farklı olmakla birlikte, konuşma dilleri ortaktı.
* Mu’lular günümüz uygarlığına kıyasla manevi alanlarda çok daha ileriydiler.
* Telepati, duru görü, çift bedenlenme, astral seyahat gibi, uygarlığımızda ancak kimi medyumlarda ve mistiklerde görülebilen olağanüstü yetenekler Mu’lularda olağan yetenekler olarak mevcuttu. (Bu, Churchward’un değil, bazı izleyicilerinin görüşüdür)
* Mu uygarlığının en önemli çöküş nedeni, teşevvüş adı verilen, bir aşamadan diğerine geçilirken yaşanan kargaşa dönemini atlatamamasıdır. (B.Ruhselman’a göre) Genelde bu iddiaların herhangi birini destekleyecek arkeolojik veya antropolojik bulgu bulunmamaktadır. Mu dinine, kolonilerine (örneğin Uygur İmparatorluğu kolonisi fikri) ve Mu kıtasının nasıl battığına ilişkin iddialar Mu varsayımını savunanlar arasında da genel geçer kabul görmemiştir ve farklı düşünceler mevcuttur.

İleri sürülen kaynaklar
Churchward’un yararlandığı ve tezini desteklediğini ileri sürdüğü kaynaklar şöyledir:

* Dr. William Niven’in 1921-1923 yılları arasında keşfettiği, günümüzde Mexico Müzesi’nde bulunan 2600 tablet.
* Yucatan’da hazırlanmış eski bir Maya kitabı olan ‘Troano El Yazması’. British Museum’da bulunmaktadir.
* Bir başka Maya kitabı olan Cortesianus Kodeksi. Bugün Madrid Ulusal Müzesi’nde bulunmaktadır.
* Paul Schlieman tarafından Tibet’teki bir Budist tapınağında keşfedildiği ileri sürülen “Lhassa Belgesi”.
* Yucatan’da (Meksika) Churchward’un batan Mu kıtasının anısına inşa edilmiş olduğunu ileri sürdüğü Uxmal tapınağı’ndaki yazıtlar. Bu tapınaktaki yazıtlarda “geldiğimiz yer olan Batı ülkelerinin anısını korumak için inşa edilmiştir” ifadesi bulunmaktadır.
* Meksiko şehrinin 96 km. güneybatısında yer alan Xochicalo Piramiti yazıtları. Bu piramit, üzerindeki yazıtlara göre, “Batı ülkelerinin yıkımının anısına” inşa edilmiştir.
* Perezianus ve Dresden kodeksleri. Auguste Le Plongeon ve Brasseur de Bourbourg adlı araşturmacılar da Churchward’la aynı dönemde Mu konusunda araştırmalarda bulunmuşlardır; kimilerine göre konuyu ilk kez Le Plongeon gündeme getirmiştir. Arkeolog Egisto Roggero, baron D’Espiard de Cologne, Hans S.Santesson, J.Churchward’dan sonra konuyla ilgilenen önemli araştırmacılar arasında sayılırlar.

Mu araştırmacılarına göre, Büyük Okyanus’daki, Mu kıtasından arta kalan, çoğu insanlarca meskun olmayan adalardaki devasa kalıntılar da Mu varsayımını destekler niteliktedir.
Mu uygarlığının varlığını desteklediği öne sürülen çeşitli bulgular
* Büyük Okyanus’un tabanında sıradağların uzanması.Büyük Okyanus taban analizi haritası,National Geographic
* Polinezya Adaları’nda yapılan araştırmalarda üzerinde insan yaşamayan adalardaki mağaralarda bir milyon yıllık resim ve kabartmalara rastlanmıştır.
* Mikronezya’nın Carolin Adaları’nda az nüfuslu yerlilerin yapamayacağı dev kalıntılara rastlanmıştır.
* Carolin Adaları’ndan, üzerinde az sayıda yerlinin yaşadığı Ponape Adası’nda duvarlarının yüksekliği 10 m.yi aşan bir tapınak, yontulmuş muazzam bazalt blokları ve bir piramit keşfedilmiştir. II. Dünya Savaşı’ndan önce Ponape kıyılarına dalan Japon dalgıçlar, deniz dibinde mercanlarla kaplı caddeler, taş kubbeler, sütunlar, taş anıtlar, ev kalıntıları, yazılı taş levhalar ve platin tabutlar gördüklerini bildirmişler ve bir miktar platin çıkarmışlardır.

Ponape buluntuları
* Ponape’den fazla uzakta olmayan Nan Madol Adası’nda çoğunun ağırlığı on tona varan binlerce bazalt sütun bulunmakta, bunlardan kurulu yapı ada dışına taşıp denizaltında devam etmektedir.

Nan Madol buluntuları
* Paskalya Adası’nda kimileri 50 ton ağırlığında, kimileri 33m. boyunda yüzlerce dev heykel bulunmaktadır ki, adada yaşayanlarca yapılması imkansız olan bu heykellerin bazılarında bir yazıya sahip olmadıklarından yerlilerce okunamayan yazılı tabletler bulunmaktadır. A.B.D., ilk atom denizaltısı sulara açıldığında, Paskalya açıklarında deniz dibinde normal-dışı bir dağ oluşumunun saptandığını açıklamıştır. Aynı açıklama bir süre sonra Kaliforniya Üniversitesi’nden Prof.H. W. Menard’dan gelmiştir.

Paskalya heykellerinin büyüklüğü
* Tonga Tabu Adaları’nda her biri 70 tonluk taştan oluşan bir kemer ya da anıt bulunmaktadır. Bu adalara en yakın taş sağlanabilecek yer 250 mil ötededir.
Tonga Tabu ,Tinian,Nan Madol, Tahiti,dev kalıntılar ve piramitler
* 1938’de Bruce ve Sheridan Fahrestack kardeşler Fiji Adaları’ndan Vanua Levu’da bilinmeyen harflerle kazılı 40 tonluk bir monolit buldular.
* Tinian Adası’nın her yerinde dörtgen tabanlı piramitler ve sütunlar bulunmaktadır. Tinian Piramidi
* Batı Samoa’da,Guam Adası’nda ve Kingsmill’de piramitler bulunmaktadır. Batı Samoa piramidi.
* Ponape’nin 120 mil batısında Swallow Adası’nda piramitler bulunmaktadır.
* Pitcairn Adası’nda dev heykeller bulunmaktadır. Pitcairn heykelleri
* Tahiti’nin batısındaki Cook Adaları’ndan Rarotonga ve Mangaia’da devasa taşlarla yapılmış, yaşı bilinmeyen bir taş yol bulunmaktadır. Her iki adada da taş ocağı yoktur.
* Marshall Adaları’nda, Kusal’da duvarlarla desteklenmiş kanallar keşfedilmiştir.
* Borneo’da 38.000 yıllık kumaş parçaları bulunmuştur.
* Cambier adasında Mısır mumyalarından daha eski mumyalar keşfedilmiştir.
* Rimatara’da 20 m.’lik sütunlara rastlanmıştır.
* Rapa’da dev kale ve heykeller bulunmaktadır.
* Marianne Adası’nda koni biçimli mermer sütunlar bulunmaktadır.
* Lele’de dev duvarlar bulunmaktadır. * Kuki’de dev kalıntılar bulunmaktadır.

Mu’dan yapılan göçler
Mu araştırmacılarına göre, Mu kıtasından her kıtaya göçler yapılmışsa da başlıca göçler Kuzey ve Güney Amerika’ya, Orta-Asya’ya, Mısır ve Anadolu’ya yapılmıştır. Churchward’a göre 70.000 yıl önce mevcut olan Uygur imparatorluğu Avrupa içlerine kadar uzanmaktaydı. Uygur imparatorluğu birine Churchward’un manyetik felaket adını verdiği iki büyük doğal afetle (-diğer afet dağların yükselmesidir-) darbe yemiş ve sağ kalanlar aralarında Avrupa’nın birçok kavminin de bulunduğu çeşitli ari kavimleri oluşturmuşlardır.
Kimilerine göre, Mu ya da Orta-Asya kökenli bu kavimlerin hemen hemen hepsinde (yaklaşık 40 dilde) telaffuzları az çok ufak farklarla, “baba” anlamına gelen ata sözcüğü mevcuttur. Churchward Uygurlar’ın torunları olan bu kavimlerden bazıları olarak Keltler’i, Basklar’ı ve Asyalı İskitler’i sayar.
Yine Churchward’a göre Osiris Mu kıtasında eğitilmiş, Atlantis’te reform yapmış, Atlantis’li bir bilge ya da peygamberdir; öğretisi sonradan “Osiris dini” adını almış olup Hermes-Thot tarafından Mısır’a getirilmiştir. ABD’de “uyuyan kahin” lakabıyla anılmış Edgar Cayce’in “akaşik okumalar”ına göre, Atlantis gibi Mu kıtası’nın da batmasına neden olan etken, Atlantisliler’den satanik yol mensuplarının, ellerindeki nükleer güçleri yıkıcı amaçlarla kullanmaları yüzünden yerkabuğunun dengelerini bozmalarıydı.

Atatürk ve Tahsin Mayatepek’in araştırmaları
“Efendiler,
Bu insanlık dünyasında en az yüz milyonu aşkın nüfustan oluşan büyük bir Türk milleti vardır ve bu milletin yeryüzündeki genişliği oranında tarih alanında da bir derinliği vardır. Türk milletinin kökünün dayandığı Türk adındaki insan, insanlığın ikinci babası Nuh Aleyhisselamın oğlu Yasef’in oğlu olan kişidir.”
( Yeni Aktüel / 2-8 ağustos/2005 )
Atatürk 1922’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 130. toplantısının birinci oturumunda yaptığı konuşmada Türklerin kökeni hakkında böyle diyordu. Tesadüfi bir konuşma değildi ve onun Türklerin kökenine ilgisinin devamı da gelecekti…
Atatürk’ün cumhuriyetin ilk yıllarında bu alanda başlattığı araştırmalar, özellikle 1930’ların başında yoğunlaştı. 1930’da Tarih Heyeti’ni oluşturarak Türk Tarihinin Ana Hatları adlı kitabı hazırlattı. 1931’de ise Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti’nin kuruluşuna ön ayak oldu ve adı daha sonra Türk Tarih Kurumu olarak değiştirilen cemiyetin çalışma alanını Türk ve Türkiye tarihi olarak belirledi. Kurumun bir yıl sonra gerçekleştirilen ilk genel kurulunda Türk Tarih Tezi kabul edildi.Tez iki ana eksen üzerine oturuyordu; “Türk uygarlığı tarihin en eski uygarlıklarından biridir ve bu uygarlığın kökeni Orta Asya’dır. ”
Bu çalışmaların bir ayağının eksik olduğunu düşünen Atatürk, Türk Dil Kurumu’nu da kurdurarak, ulusçuluğun ana öğelerinden olan dil konusunda da derin bir çalışma başlattı. Onun Türk Tarih Kurumu’nun ikinci Dil Kurultayı’nda yaptığı konuşmada yer alan “Güneş” yaklaşımı, sonradan tanışacağı Mu Efsanesinin Güneş kültü ve kendi tezi Güneş Dil Teorisi’yle doğrudan ilintiliydi.

Tarih çalışmaları, Türk tarihinin ana kaynaklarını araştırmak, arkeoloji yoluyla yeni bilgiler sağlamak, tarihte ve bugün ırk karakterlerini antropolojik yöntemlerle saptamak gibi noktalar üzerinde şekilleniyordu.
Tarih ve Dil kurumlarının varlık nedeni de bu temellere yaslanıyordu. Atatürk, uzmanların yabancı meslektaşlarına ihtiyaç duymadan arkeolojik kazılardan çıkacak yazıları inceleyebilmesi ve bu yoldan elde edilecek bilgilerle eski uygarlıkların gerçeğine ulaşmak amacıyla eski dillerin öğrenilmesi için de Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’ni kurdurdu.
M. K. Atatürk, 1930’lu yıllarda James Churchward’un kitaplarından haberdar olur olmaz onun kitaplarını getirtmiş ve içerdiği bilgileri en kısa zamanda öğrenebilmek için bu kitapları 60 çevirmene kısım kısım taksim ederek hızla çevirtmiştir.Ardından Tahsin Mayatepek’i Meksika’ya elçi olarak göndermiştir.
Meksika’da Maya kültürünü inceleyen Tahsin Mayatepek, incelemeleri sonuncunda çok sayıda sözcüğün Türk ve Maya dillerinde aynı olduğunu saptamıştı. Bu sözcüklerden biri de Türkçe’deki “tepe” sözcüğüydü (Maya dilindeki karşılığı “tepek” idi ve tepe anlamına geliyordu). Bunun üzerine M.K. Atatürk Meksika’ya elçi olarak atadığı Tahsin beyin soyadını “Mayatepek” olarak değiştirmiştir. Fakat Tahsin Mayatepek’in iki kültür arasında bulduğu ortak noktalar sözcüklerden ibaret değildi; her iki kültür arasında, Mayalar’ın ayyıldızlı davullarından, Şamanik kültüründen, kilim desenlerinden, sembollerinden tüy takma alışkanlıklarına kadar pek çok ortak nokta mevcuttu.
İlkel diller uzmanı ve tarihçi-diplomat Tahsin Mayatepek’in sunduğu ön raporda Güney Amerika uygarlıklarından Maya uygarlığının dil ve kültürleriyle Anadolu ve Orta Asya kültürleri arasındaki benzerliğe dikkat çekiliyordu.

Çok geçmeden de arkeolog William Niven’in Meksika’da yaptığı kazılarda bulduğu yaklaşık 15 bin yıl öncesine ait tabletlerin deşifrelerinden ve ardından James Churcward’ın Hindistan’da bulduğu benzer tabletlerin çevrilerinden Atatürk’ü haberdar etti. O da söz konusu yazarların kitaplarının çevrilmesini emretti. Sağlığı yerinde değildi ama, 1937 yılının önemli bir bölümünü geniş bir kurulca gerçekleştirilen bu çeviriler, üzerlerinde notlar alarak incelemekle geçirdi.
Tahsin Mayatepek, çalışmalarını belge ve fotoğraflarla 3 ciltlik bir defter halinde toplayarak Atatürk’e gönderdi. Bunların ikisi 1970’lere kadar TDK kütüphanesinde bulunuyordu (No:57-56) Üçüncü defter kayıptır. Bu defterlerde dini tören, ibadet ve tapınaklarda da benzerlikler bulunduğu belirtiliyordu.
Atatürk’ün özellikle altını çizip notlar aldığı bölümler insanlığın yaratılışı, 64 milyon nüfuslu bir kıtanın batışı, kıtadan göçler ve özellikle de Orta Asya, Uygurlar ve Türklerle ilgiliydi.
Mayatepek başlangıçta bu temelden yola çıkıp raporlarında Amerika ve Meksika yerlilerinin dillerindeki Türkçe sözcükleri incelemiş ve yerlilerin kültürel kaynakları ve güneş kültünün dinlerindeki etkilerine yoğunlaşmıştı.

Ancak 29 şubat 1936 tarihli 7. raporu çarpıcı bir biçimde başlıyor ve şaşırtıcı bilgilerle devam ediyordu.
Uygur, Akad, Sümer Türkleri’nin Pasifik Denizi’nde ilk insanların zuhur ettiği Mu’daki büyük medeniyet, dil ve dinlerini cihana yaydıklarına dair yepyeni ve mühim malumatı ihtiva eden rapor:
“Kuzey Amerika alimlerinden Cononel James Churcward 4 Kıta eserinde dünyada ilk insanların ilk zuhur ve saadet diyarı olarak Tevrat’ta ‘Gan Edn’ ve Kuran’da “Cenneti Adn” namı altında zikri geçen ve Pasifik deniz’inde bulunan ‘Mu’ kıtasında ortaya çıktığı ve bu büyük kıtanın 11 bin 500 sene evvel müthiş depremler ve patlamalar neticesinde 24 saatte 64 milyon nüfusuyla denize battığı ve ilk yüksek medeniyetin, dilin ve vahdaniyete dayalı dinin ve fen ilimlerinin Mu kıtasından 70 bin sene önce Maya namıyla çıkarak Asya’da Uygur, Hindistan Naga-Maya, Fırat nehri deltasında Akad, Mezopotamya da Sümer, Kızıldeniz’in batısındaki arazisindeki Mayu ve Etiyopi kıtasında Tamil namlarını almış olan Mu çocukları tarafından bütün cihana yayılmış olduğu vesaire hakkında, şimdiye kadar Doğu’da ve Batı’da yayımlanan kitapların hiçbirinde görmediğim çok derin ve 50 sene süren incelemeler mahsulü malumata tesadüf ettim.”

Mayatepek Churcward’ın kitabından şunları naklediyordu:
“Eski Türklerin ilk vatan ve kökenleri şimdiye kadar bildiğimiz üzere Orta Asya olmayıp, Pasifik Denizi’nde 200 bin sene mevcudiyetten sonra batmış olan Mu kıtası olduğu ve Orta Asya’ya, Mezopotamya’ya, Yukarı ve Aşağı Mısır kıtasına ve Etiyopi’ye Mu kıtasından binlerce sene evvel gelip Mu’daki yüksek kültür ve medeniyetlerini, dil ve dinlerini yaydıkları anlaşılıyor.”

Raporda Mu’ya ait bazı sembolleri açıklayarak dünyanın dört bir yanına dağılan uygarlıkları da anlatıyordu:
1.Kol: Bu kolu Mu’dan ‘Maya’ namıyla çıkarak Asya’nın doğu kıyılarına ayak bastıktan sonra ‘Uygur’ namı alan Mu çocukları teşkil etmektedir.
2.Kol: Bu kolu teşkil eden Mu çocukları gemilerle ve ‘Maya’ namıyla çıkarak Hindi Çini kıyılarına çıkmışlar ve oradan ‘Burma’ kıtası istikametinden Hindistan’a girerek oralarda, ‘Naga Maya’ namını alıp, bu namda büyük bir imparatorluk vücuda getirmişlerdir ve bu devlet 200 bin sene devam ettikten sonra yok olmuştur. Bu insanların bir kısmı Hindistan’ın batısından gemilerle Basra Körfezi’nin kuzeyinde Fırat Nehri deltasına girerek, bu yerlere ‘Akad’ ve daha kuzeye ilerleyerek bu havaliye de ‘Sümer’ adını vermişler ve kendileri de bu namı almışlardır.”
Churcward’ın yapıtı kaynak gösterilerek nakledilen bilgiler arasında şu satırlar da yer alıyordu: ”Uygur İmparatorluğu ortadan kalkmadan önce Türk İmparatorluğu’nun mevcut olmadığı ve bu imparatorluğun, Uygur İmparatorluğu’nun yukarıda izah olunan felaketler neticesinde son bulmasından sonra, 10-11 bin sene evvel ortaya çıktığı ve ırktaşlarımız olan Akadlar’la Sümerler’in Orta Asya’dan değil, doğrudan doğruya 70 bin sene evvel Mu kıtasından çıkıp Hindi Çini, Burma, Hindistan yolu ile evvela Fırat deltasına ve müteakiben Mezopotomya arazisine yerleştikleri anlaşılmaktadır.”

 

 

Kaynak: http://orionuforesearch.org