Çok eski kaynaklarda anlatılan bir inanışa göre “ Türkler’in atalarına göklerden gelen sihirli bir taş armağan edilmiştir. Bu taş her devirde Türk büyüklerinin, komutanlarının ve Şamanlarının elinde bulunmuştur”
Bu konuyla ilgili ilk bilgiler eski Çin kitaplarında ve yazılı belgelerinde karşımıza çıkmaktadır. Ellerinde taşı bulunduran Türk büyüklerinin istedikleri zaman yağmur, kar, dolu yağdırabildikleri, rüzgarlar estirip hatta kasırgalar fırtınalar çıkarabildikleri anlatılmaktadır. Bu kaynaklarda direk olarak Ya – da taşından ismen bahsedilmese de açık açık benzer tasvir ve ifadelere rastlanılmıştır.
blank
“ Türkler’in büyük ataları Hunlar’ın Kuzey’inde bulunan So sülalesinden idi. Oymağın başbuğu Ananbu idi. Bunlar yetmiş kardeş idi. Birincisi dişi kurttan türemiş olup adı İçjini – nişibu doğaüstü güçlere sahipti. Yağmur yağdırıp fırtına çıkarabilirdi ”
Bir benzeri örnek yine eski bir Çin kaynağında şu şekilde yer almaktadır;
M.Ö 449 yılında Ortaasya’da meydana gelen bir savaşta : “ Kuzey Hunlar’ın idaresinde bulunan Yüceban ahalisinde öyle kahinler vardı ki, Cücenler’in saldırışlarına karşı durduklarında çok şiddetli yağmur yağdırdılar, fırtına çıkarttılar. Cücenler’in onda üçü sellerde boğuldu, soğuktan kırıldı.”
Bu nasıl mümkün olabilir diye düşünmeden alamıyor insan kendini. Ancak bundan yıllar öncesine döndüğümüzde hepimiz İstanbul’da bir zamanlar yaşanan su sıkıntısını anımsayabiliriz. Barajlardaki su seviyesinin neredeyse sıfıra indiği dönemlerde o zamanın Belediye Başkanı Nurettin Sözen yapay yollar ile yağmur yağdırmayı bile uzmanları getirterek yağmur yağdırtmıştı. Böylece o dönem İstanbul gibi büyük bir şehrin su sıkıntısına büyük bir çözüm bulunmuştu.
Aynı teknolojinin yada bilginin geçmiş çağlarda Atalarımıza bazı dünyadışı varlıklarca verilmiş olması da muhtemel değil mi sizce. Yağmur bombaları yada benzeri bir teknikle havaya atılıp dağınık haldeki h2O partiküllerinin, havadaki su iyonlarının yoğunlaştırılıp yere indirilmesi hiçte mantık dışı değildir.
blank
Buradaki en büyük sır bu Ya – da yada adı farklı kaynaklarda geçen taşın nasıl bir taş olduğu ve kimler tarafından atalarımıza verildiği sorusudur.
İslam kaynaklarında da Türkler’in bir zamanlar ellerinde bulundurdukları taş, yani “ Yağmur Taşı anlamına gelen – Hacer –ül Matar yada Seng –i Cede ” olarak isimlendirilmiştir.
İslam tarihçilerinden İbn- ül Fakih’in yazdığı kitapta dönemin Halifesi Memun bu gizemli taş hakkında araştırma yapması için Nuh bin Esed’i görevlendirmiştir. Nuh bin Esed, Türkler arasında yaptığı incelemeler sonunda Halifeye bir rapor yazarak olayın doğruluğunu fakat bu olayların nasıl meydana geldiğini bir türlü anlayamadığını bildirmiştir.
İbn – ül Fakih tarihi kayıtlarında Horasan Emiri İsmail Bin Ahmet’in Ebul Abbas’a anlattıklarına yer vermiştir.
“Yirmi bin kişi ile Türkler’e karşı savaşa çıktım Karşımızda baştan ayağa kadar silahlı Altmış bin Türk vardı. Bunlardan bir kısmı bizim tarafa geçti. Bunlar bize Türkler’in iri dolu yağdıracağını söylediler”
Bizde onlara: “ Sizin kalbinizde küfür hala çıkıp gitmemiştir, böyle işleri hiçbir insan yapamaz” dedik.
Onlar: “Biz haber veriyoruz, sizi ikaz ediyoruz, onların tayin ettikleri vakit yarın sabahtır ama siz daha iyi bilirsiniz” dediler… “ Sabah oldu korkunç bulutlar bizim üzerimizi kapladı. Herkes korktu. Müthiş dolu yağdı”.
Eski Türk Mitolojisinde de bu taş ve doğaüstü olaylarından bahsedilir.
Er Gökçe Destanı
“Yanımdaki adamlar susadı. Er Kosay’a susuzluktan şikayet ettiler. Er Kosay uzun kulaklı sarı atının altından “Cay Taşını” çekip çıkarttı. Salladı, salladı yere koydu. Havadan yağmur yağdı. Yağmur suyunu içtiler.”
Abdülkadir İnan “ Eski Türk Dini Tarihi” adlı kitabında Ya – da taşından da bahsetmektedir. Gizemli taşın su içine konulduğu, suyun üzerine asıldığı, birbirine sürtüldüğü veya taşın sağa sola hareket ettirilerek sallandığını görüyoruz.
Farsça bir şiir Ya – da taşı’nın kullanımı ile ilgili önemli ip uçları vermektedir.
“Şekilli bir taştır ki her ne zaman ona dua edilse göğü yarar ve çokça bulut ve yağmur getirir, bu iş Türk’ler arasında yaygındır.”
Osmanlı kaynakları da bu taş ile ilgili benzer anlatımlara sahiptir.
Şaban Şifai’nin Padişah 4’ncü Mehmet’e yazdığı “Risalei Şifaiyye fi beyani envai ahcar” adlı eserinde bu taşla ilgili anlatımları dikkat çekicidir :
“Hiç bulut olmadığı halde Ya – da Taşı ile yapılan işlemden iki saat sonra bulutlar gökyüzünde görülmeye başlar ve ardından bereketli yağmurlar yağar. Ne kadar gerekiyorsa ihtiyaç olunan kadarıyla yağmuru yağdırmak Ya – da’cının başarısına bağlıdır. Taşlar farklı renklere sahip olabilmektedir. Genellikle siyaha çalan toprak renginde olup üzerinde kırmızı noktalar vardır. Beyaz olup üzerlerinde kırmızı noktalara da rastlanmıştır. Büyükleri bir kuş yumurtası kadardır.
blank
Dolu afetinden tarlaları korumak için taş yüksekçe bir yere asılır ve ona dokunulmaz. Onu ancak bu işin sırrını bilen yadacılar kullanabilir. Taşların birbirine sürtülmesi ve bir tas suyun içine taşın atılması ile bu işlemler uygulanır.
Ancak bu işlemleri sırrı bilen kimselerin yapması gerekir. Aksi takdirde arzu edilen sonuca ulaşılmaz. Taşı suya atmak yeterli değildir”
Bu anlatımlardan da anlaşıldığı üzere bu doğaüstü taşı kullanmak büyük bir bilgi ve donanım istiyor. Herhangi biri bu taşı dilediği gibi kullanıp yönlendiremiyor. Bu bilgiyi de yalnızca Türk’lerin bildiği ve kendileri dışında kimsenin bu taşın ilmine sahip olmadığı açıkça görülüyor. Acaba bu taşlar kimler tarafından atalarımıza verilmişti. Taşların asıl kaynağı neresiydi. Ve bu taşlardan daha kaç tane vardı ve şuan neredeler….
Bu sorular ve cevapları şuan için birer muamma. Sadece ufak bir tahminde bulunacak olursak bu taşların çok üst düzey bir medeniyet kurmuş olan Mu kıtası sakinlerinin Ortaasya’ya göç ederken bilgilerini, birikimlerini, teknolojilerini, Türklere aktardıklarını iddia edebiliriz.
Bu arada Türkler’in çok eski dönemlerde uzaydaki zeki varlıklarla olan bağlantısını da düşünüp hesaba katarsak bu taşların ve sırrının onlar tarafından bizlere armağan edildiğini de söyleyebiliriz.
Kaynak: http://www.orionuforesearch.org