Her toplumun ve her uygarlığın tarihi, kendi içinde binlerce gizem barındırmaktadır. Bazı gizemler kendilerini masallar, mitoslar ve efsaneler yoluyla göstermiştir. Günümüz insanı bu gerçekleri masal, uydurmaca deyip geçivermiş ve ardındaki geleceğimize yön verecek olan doruları görmezden gelmiştir. İşte bu durum içinde Ufoloji bilinmeyen tarihin birçok sırrını gözler önüne sermeye çalışmaktadır.
Ufoloji’yi sadece günümüz koşulları içersinde bilimsel ve kültürel olarak nitelendirmek yanlıştır. Çünkü UFO’ları bilmek için bir araştırmacının kendi öz tarihini ve arkasında kalan gizli bilgileri ve gerçekleri de öğrenmesi şarttır. O nedenledir ki bizler UFO araştırmacıları olarak üzerimize düşen görevi yerine getirmek ve tarihimizin hiçte sanıldığı gibi olmadığını göstermeyi kendimize bir görev biliyoruz.
Bu sebeplerden yola çıkarak Türk Ufoloji tarihçesini sizlere sunmayı uygun görüyoruz. Türk Dünyası’nın UFO’larla ilgisi hiçte sanıldığı gibi az değildir. Dünya’nın birçok yerinde olduğu üzere tarihimiz de dünya dışı etkilerle sayısız defalar karşı karşıya kalmıştır. Ülkemizde yaşanan UFO gözlemlerini ele alacak olursak dünya UFO literatüründe hiç de küçümsenemeyecek bir konumda olduğumuzu daha net göreceğiz. Gizli tutulan tüm temas ve gözlem olaylarını da ayrıca unutmamamız gerekir.
Başta da dediğimiz gibi mitolojilerimiz, destanlarımız dünya dışı varlıkları simgesel bir dille anlatırlar. Bu nedenledir ki bu tür olay ve olguları anlayabilmek için sadece bakmasını bilmeliyiz. Açık bir şuur ile bu tasvirleri inceldiğimiz de göreceğiz ki gerçekler hiçte sandığımız kadar uzak değil bizlere. İşte geçmişten günümüze kadar gelmiş olan Türkiye UFO literatürü:
Orta Asya Türklerinin efsanelerinde dünya dışı varlıklara “ Uçan Tanrılar ” kullandıkları uzay araçlarına ise “ Uçan Gemiler ” denilmiştir.
Eski Türk inançlarına göre, Gökyüzü Tanrısı’nın tahtı, hem Ay’dan hem de Güneş’ten çok uzaktaki yıldızlarda bulunmaktaydı. Atalarımız aynaya benzer cisimlerin gökyüzünde dolaştığına ve yaydıkları ışıkların her yeri aydınlattığına inanıyorlardı.
Altay Türklerinin yaratılış efsanelerinden biri ile incelemeye başlayalım. Efsanede şöyle diyordu: “ Önceleri su vardı. Yer, gök ve güneş yoktu. Tanrı Kuday ile bir kişi vardı. Bunlar kara kaz biçimine girip, su üzerinde uçuyorlardı.”
Altay Türklerine ait diğer bir yaratılış efsanesi ise şöyledir: “ Gök ve yer yoktu. Uçsuz bucaksız bir deniz vardı. Tanrı Ülgen bu deniz üzerinde uçuyor, konacak katı yer arıyordu ”
Altay Türklerine diğer bir yaratılış efsanesi ise şöyledir: “ Bu sonsuz boşluk – yokluk içinde var olan üç şey: Tanrı Kara Han, Ak-ana ve uçsuz bucaksız su… Bu sonsuz boşlukta, bu uçsuz bucaksız sularda bir ak kaz idi, Kara Han. Bu uçsuz bucaksız sularda yüzer, bu sonsuz boşlukta kanat çırpardı, tek başına”
Altay efsanelerinden birinde de şöyle yazmaktadır : “ Ne Ay ne Güneş varmış, insanlar uçarlarmış. Uçanlar ısı verir, ışık saçarlarmış. İnsanoğlu yaşarmış Tanrı’nın göklerinde. Ne suç ne günah varmış insanın köklerinde. İhtiyaç duymazmış ne ay, ne güneşe. Tanrı’yla yaşarmış yokmuş gerek bir eşe ”
Bu efsanede Tanrı’nın gökleri cümlesinde açıkça başka gezegenlerden bahsedilmektedir. Uçan nesnelerin ısı ve ışık vermesi UFO tanımlamalarında kullanılan en belirgin özelliklerdendir. Bahsi geçen insanlarınsa bedensel olarak uçabilmeleri mümkün değildir. Böyle bir eylemin yapıla bilmesi için teknolojik bir takım araçlara ihtiyaç vardır.
Çok eski bir Türk mitolojisinde ise şu cümle dikkat çekmektedir. “ Gökten inen ateş gök Tanrısı’nın oğludur ”.
Bilge Kağan isimli büyük Türk hükümdarının kendi adına yaptırdığı kendi anıtında ise kendisinin şu sözüne yer almaktadır. “ Ben göğe benzer gökte mevcud olan Türk Bilge Kağan’ım ”
Eski Türk hükümdarı Oğuz Kaan’ın Destanı’nda, gökyüzünden gelerek Oğuz Kaan’ın çadırına inen “ ışık kız ” ve “ kurt ”tan bahsedilmektedir. Burada açıkça gökten inen bir kızın tasviri yapılmakta ve bu “ışık kız”ın dünyalı Oğuz Kaan ile evlendiği anlatılmaktadır:
“Yine günlerden bir gün Oğuz Kağan, bir yerden Tanrı’ya yalvarmaktaydı. Karanlık geldi, gökten bir gök ışığı düştü. Günden ay, aydan parlak idi. Oğuz Kağan yürüdü, gördü ki bu ışığın arasında bir kız var idi. Yalnız oturur idi. Güzel görüklü bir kız idi. Onun başında ateşli, ışıklı bir beni var idi, altın kazık ( kutup yıldızı ) gibiydi. O kız, o kadar görüklü idi ki gülse mavi gök güler, ağlasa mavi gök ağlardı. Oğuz Kağan, onu gördükte usu kalmadı. Gitti, sevdi, aldı. Onun ile yattı. Dileğini aldı. Döl – boğaz ( gebe ) oldu. Ertesi gün oldukta Oğuz Kağan’ın çadırına gün gibi bir ışık girdi. O ışıktan gök tüylü, gök yeleli büyük bir erkek kurt çıktı. ”
Destanın bu kısmı açıkça dünya dışı bir dişi varlığı belirtiyor. Efsanede diğer dikkat çeken noktalarsa:
Gökten düşen bir ışık, akla yeryüzüne ışıklarıyla inen bir UFO’yu getirmiyor mu?
Işığın arasında ki kız, uzay aracından çıkan dünya dışı bir kadın.
Başında kutup yıldızı gibi parlayan bir ışık. Dünya dışı kadının başında bulunan, bir tür ışıklı cihaz.
Oğuz Kağan’ın çadırına ışıkla birlikte inen bir kurt açıkça ışınlanma olayı sonucu gönderilen bir varlık.
Destanın bir başka bölümünün de ise şöyle denmektedir : “ Yine yolda büyük bir ev gördü. Bu evin duvarı altından idi, delikleri dahi gümüşten, damı demirden idi. Kapalı idi. Anahtar yok idi. İçeri de bir iyi usta er var idi. Onun adı Tömür’dü. Kağul denen idi. Ona yarlığı kıldı ki: Sen burada kal, aç. Damı açtıktan sonra gel orduya dedi. Bundan ona KALAÇ adını koydu. İleri gitti. ”
Göçebe çadırlarında yaşamaya alışık bir topluluk için hayli farklı bir ev olsa gerek. Dış yüzeyi madenle kaplı olan bu ev kimler tarafından yapılmıştı? Kapısının olmaması açıkça bir UFO’nun yere inmiş haldeki durumunu gözler önüne sermiyor mu sizce de?
Uygurlara ait Türeyiş Destanı’nda şöyle denmektedir:
“Bu Dokuz Oğuz’lardan türeyenler Kumlanço adı verilen ülkede oturdular. Burada Hulin adı verilen bir dağ vardı. Bu dağda Tuğla ve Selenka adında iki ırmak vardı. Bu ırmakların arasında iki ağaç vardı. Bu ağaçlardan biri kayın, öbürü de çam idi. Bir gece bu ağaçların üzerine gökten bir ışık indi. Gün geçtikçe ağaçlardan birinin karnı şişti. Dokuz ay on gün sonra ağacın karnında bir kapı açıldı. İçeride ağızlarında gümüş emzikler bulunan beş çocuk göründü. Daha çocuklar doğmadan bu ağaçların etrafında gümüşten bir daire türemişti. Ağaçlardan müzik sesleri geliyordu. ”
Burada belirtilen “ gümüşten daire ” açıkça bir UFO’yu tasvir etmekte, ayrıca müzik benzeri sesinin de kaynağı bu araç olsa gerek.
Türeyiş destanına ait bir başka bölüm: “ Eski Türk hakanlarından birinin çok güzel iki kızı vardı. Bu kadar güzel kızları insanlara layık göremiyordu. Bu hakan bir düş gördü. Düşünü yorumlatınca iyice inandı ki, kızları tanrı ile evlenmek için yaratılmıştır. Eninde sonunda tanrı gelecek, bu kızları alacak, Türkler de bu evlenmeden doğacak. Bu inançla yüksek bir kule yaptırıp kızlarını bu kuleye kapattı. Artık gece, gündüz gelip kızları ile evlenmesi için tanrıya yalvarıyordu. Sonunda bir gün beklenen tanrı geldi. Gelip kulenin önüne dikildi. Gök tanrı bir erkek boz kurt biçimindeydi. Bu erkek boz kurt bir nice durup bekledikten sonra kulenin çevresinde döndü. Kızlar da anladılar ki evlenecekleri tanrı işte bu boz kurttur. Kuleden çıkıp kurda vardılar. Boz kurt kızları alıp gitti, onlarla evlendi. Bu birleşmeden Dokuz Oğuz ile On Uygur boyları türedi ”
Kumarbi efsanesi gökte kral iken, sonradan yeryüzüne sürülen Alalu’dan söz eder.
Yine aynı efsanede yer alan başka bir şahıs olan Anu’nun kuşlar gibi uçabildiğinden bahseder.
Altayların Köğütey destanı büyük ve kahraman bir kuş olan Kaan Kerede ile Kara Batur’un mücadelelerini anlatır.
Yine bir başka efsanede Eti ve Hititlilere ait olan İlluankaş’dır. Bu efsanede şöyle denmektedir : “ Tanrıça İnuraş vardır ki, o da gökyüzünde altı kır atın çektiği bir arabayla gezer ”
Türeyiş Destanı’nın Buğu Tekin ve Gök Kızı bölümünde ise açık bir yakın temas olayı görülmektedir : “ Buğu Tekin bir gece otağında uyumakta iken, birden bire pencerenin açıldığını, içeriye gökten gelen güzel bir kızın girdiğini gördü. Buğu Tekin neye uğradığını anlayamadığından gözlerini kapayarak uyur gibi yaptı. Kız, Buğu Tekin’i uyandırmak için çok çalıştı, bir türlü uyandırmadı. Ümidini keserek pencereden çıktı, gitti. Ertesi gece kız yine geldi. Buğu Tekin kendisini yine uykuda imiş gibi gösterdi. Kız bu defa da uyandıramadan gitti. Sabah olunca, Buğu Tekin kızın tekrar geleceğini düşünerek, buna bir çare bulmak üzere konuyu vezirine açtı. Vezir dedi ki: Bunda korkacak bir şey yok. Belki hepimizin sevineceği hayırlı bir iş vardır. Her halde bunun gelişi size kutlu bilgileri öğretmek içindir. Yarın gece gelirse artık kendinizi uykuda göstermeyin. O zaman niçin geldiğini anlarsınız dedi. Üçüncü gece kız yine geldi. Ama bu defa Buğu Tekin onu karşıladı, saygı gösterdi. Bu kız vezirin tahmin ettiği gibiydi. Gerçekten bir tanrıça ve gökten gelen bir kızdı. Buğu Tekin’e yeni bir din göstermek için gelmişti. Buğu Tekin’e: Arkamdan gel dedi. Buğu Tekin, kızı takip etti. Gittiler. Nihayet Ak Dağ’a ulaştılar. Buğu Tekin’e yeni bir dinin gizli taraflarını anlatmaya başladı. Bundan sonra kız otağa gelir. Buğu Tekin’i Ak Dağ’a götürürdü. Bu hal çok gece devam etti. Buğu Tekin yeni dinin esaslarını ve sırlarını öğrendi. Bir gece artık bu görüşmelerin sonu idi. Kız veda ederken (Gökte, yerde ne varsa hepsini öğrendiniz. Ben artık gelmeyeceğim) dedi. ”
Burada açıkça dünya dışı bir kadınla yapılan yakın bir temas söz konusudur. Evrensel bir bilgi alış verişi yapıldığı son cümlede oldukça açık bir biçimde vurgulanmıştır.
Alangova (Alan-hoa) Destanı’nda bir Türk kadın hükümdarının dünya dışı varlıklar tarafından gebe bırakılması şöyle anlatılmaktadır:
“ Alangova bir gece sarayında yatarken, seher vakti uyanıp bacadan odaya ışıklı bir gölgenin indiğini, bu gölgenin beyaz yüzlü, şehlâ gözlü bir adamın çıktığını gördü. Yanında yatan kadınları uyandırmak için haykırmak istedi, fakat dili tutulduğundan bir türlü sesi çıkmadı. Kalkmaya çalıştı, elinin ayağının kuvveti kesilmiş olduğundan kımıldanamadı. Aklı yerinde olduğu için her şeyi görüyor, biliyordu. Adam yavaş yavaş yatağa girdi. Sonra bacadan çıktı, gitti. ”
Bu destanda açıkça bir alıkonulma ve dünya dışı varlıkla yaşanan cinsel bir birleşmeden söz edilmektedir. Bacadan çıkıp gitmesi de varlığın ışınlanarak olay yerinden göğe doğru hızla uzaklaştığını gösteriyor.
Uygur Türklerinin destanı “ Varoluş ”ta yine “ Gökyüzünden gelen ve dünyalı kızları kendilerine eş olarak alan Tanrılardan söz edilmektedir ”. Destanda, bu ilişki sonucu toplam 19 Türk kaviminin doğduğu anlatılmaktadır.
Son araştırmalar, ünlü Gılgamış Destanı’nın orijinal metninin Türklerin atalarından Sümerler tarafından yazıldığını ve destanın dünyanın oluşumunu tam bir jeolojik doğrulukla anlatan Tevrat’ın “ Yaratılış ” bölümüne oldukça benzediğini ortaya koymuştur. Destanın kahramanı, “ Gökyüzü Tanrısı ” Gılgamış hem tanrısal hem de insani özelliklere sahip bir varlıktır. Destanda, Gılgamış’ın Tanrıların parlayan kulesini ziyareti, Gılgamış’ın arkadaşı Enkidu’nun yaptığı uzay seyahati gibi ilginç ve ileri düzeyde bilgi gerektiren olaylar anlatılmaktadır. Tüm bunlar uzak geçmişte dünyamıza yapılan uzaylı ziyaretlerinin yazılı birer kaydı olarak kabul edilmektedir.
Çanakkale bölgemizin çok önemli bir yer olduğunu hepimiz çok iyi bilmekteyiz.
Bölgenin önemini hakkında herhangi bir yorum yapmadan önce Yunan mitolojisinden bir örnekle girişimiz yapalım: “ Tebai Kralı Athamas’ın ilk eşi Nephele’den Phrixus adlı bir oğlu ve Helle adında bir kızı vardır. Ancak bir süre sonra Kral Athamas eşinden bıkar ve bir başka kadın ile evlenir. İkinci eş sahte bir kehaneti öne sürerek Athamas’ı çocuklarını kurban etmesi için ikna eder. Çocuklar tam öldürüleceklerken anneleri Nephele ortaya çıkar. (Nephele, Bulut anlamına gelmektedir ) Nephele çocuklarını kurtarmak için onları sis ve dumanları ile sarıp sarmalar. Hermes’in kendine verdiği postu altından olan ve uçabilen bir koçun sırtına bindirir. İki çocuk Phriux ve Helle koçun sırtında havalanarak Tebai’den kaçarlar. Çanakkale Boğazı’nın üstüne geldikleri sırada bir fırtına çıkar. Hele koçun sırtından düşer ve Çanakkale boğazında boğulur. Kurtulan Phriux ise altın koç tarafından Colchis’e götürülür. Koç burada Zeus’a kurban edilir ”
Şimdi bu efsaneye bir yorum getirecek olursak: Bu anlatımda Nephele ismini ( bulut ) adını duymaktayız. Çocuklarını kurtarmak için yaptığı doğaüstü şeyleri göz önüne alırsak burada bulut biçimli bir UFO’nun olduğunu söylememiz mümkün. Bilindiği üzere Ufoloji literatüründe bulut biçimli uçan daireler sıkça yer almaktadır. Ve Nephele’nin yapmış olduğu şeyler ile bu UFO tipinin birçok benzer özelliğini de görebilmemiz mümkün. Yine Nephele’nin diğer bir deyişle bulutun çocuklarını altın görünümüne sahip bir başka göksel araca bindirdiği çok açık ve nettir.
Görüldüğü üzere destanlarımız hiçte bazılarının sandığı üzere boş hikâyelerden ibaret metinler değillerdir. Bence geçmişe ait birçok yazılı kayıt içinde çözülmeyi bekleyen çok önemli sırları ve gerçekleri barındırmaktadır. Açıklı, mantığı ve şuuru yerinde olan herkesinde bu bilgilere ulaşabilmesi mümkündür. Burada önemli olan gerçeği nerede ve nasıl arayacağımızı bilmemizdir.
Kaynak: http://www.orionuforesearch.org/