MUHİDDİN ARABİ VE DÜNYA DIŞI VARLIKLAR

10. Yüzyıl da yaşamış olan iki büyük Türk bilgini vardır. Bunlar İbn-i Sina ve El-Biruni’dir. Her iki bilgininde gerek astronomi ve gerekse öteki teknik bilimlere ait kitapları 15. yy dan sonra Latince’ye daha sonra da başka dillere çevrilmiştir. Her iki bilginde dünya’nın gelmiş geçmiş en büyük astronomlarındandır. Bu iki bilgin insan arasında soru cevap şeklinde birde yazışma bulunmaktadır. Bu yazışmanın en büyük özelliği ise bu gün bile halen içinde aktüalitesini koruyan bir konuyu içinde barındırmasıdır. Bu yazışmasında İbn-i Sina,Güneşin sanıldığı gibi sıcak olamadığını ve hatta yaşana bilir derecede soğuk bir iklime sahip olduğunu vurgulamaktadır.

Yine 21. yy’ın sonlarıyla 13.yy’ın başlarında yaşamış olan Muhiddin Arâbî’ “ Fütühat-ı Mekkiyye” isimli eserinde dünyadan başka gezegenlerde yaşam olma olasılığından söz etmiştir. Şimdi biz yine Muhiddin Arâbî’nin bir başka eseri olan Dürr-i Meknün’den bazı alıntıları inceleyeceğiz. Burada anlatılan ilginç tasvirlerden ve olaylardan örnekler sunacağız.

Gerçek ismi, Ebubekir Muhiddin’dir. Bir çok lâkâbı bulunmaktadır. Kendisi, 1165 yılında İspanya’da Endülüs Marsiye’de doğdu. Sevilla ve Kurtuba’da eğitim gördü. Genç yaşta, Hacca gitmiştir. Ünlü bilge İbni Rüşt’ten eğitim almıştır. Konya’ya geldiği sıralarda İslâm bilgelerinden biri olan Sâdettin Konevî ile tanışıp annesiyle evlendi. Sâdettin Konevî daha o zamanlar, 8 yaşında idi. Muhiddin Arâbî sonra Şam’a yerleşti. Söylentilere göre Mevlânâ bile Muhiddin Arâbî’nin öğrencisi olmuştur.

Arâbî’nin 500’den fazla kitabı vardır. Bu kitaplardan 300 tanesi günümüze kadar gelebilmiştir. Arâbî’nin kitaplarından birinde de, Edison gibi bir dâhiden de söz edilmektedir Muhiddin Arâbî’nin bir çok takma adı bulunmaktadır (Şeyh ül Ekber – Kutb’ul Arifin – İmâmül Muvahhid ve Rehberül Âlem) gibi. Arâbî, çok iyi bir simyâcıydı ve numeroloji ile de ilgilenmekteydi. İlm-i havas bir kişiydi (Kuran’ın bazı âyetlerinden sonuçlar çıkarmak için özel dualar etmek konusunda uzman bir insandı). Şimdi, Muhiddin Arâbî’nin Dürr-i Meknün (İnci dizileri) adlı kitabında bulunan bazı ilginç UFO ve Dünya dışı varlık tasvirlerine dikkat edelim. Bakalım sizler ne diyeceksiniz?

Uzunluğu 1000 Arşın (68 metre) olan bir alet vardır. Üzerinde filden büyük bir kuş vardır. Öteki kuşlar üzerine konunca kanatları yanar ve düşerler.
Yorum: Bunun ne olduğunu henüz bilmiyoruz. Ama buradaki aletin uçuşu, bir kuşa benzetilmiş olup bir UFO veya uzay aracı anlatılmış olabilir. Aracın üzerine konup ölen kuşların yanması ise radyasyon gibi bir etkiden dolayı olabilir.

Mağrip’te bir şehir vardır. Adına Kurvat denir. Şimdi yıkıktır. Oradaki sarayda altın bir taht vardır ve üzerinde bir resim garip bir dilde konuşur ama kimse anlamaz.
Yorum: Burası Atlantis gibi yüksek bir uygarlık olabilir. Buradaki resim, bir ekran veya kompütür olabilir. Yabancı dilde konuşan kişi ise bir dünya dışı varlık olabilir.

Yine İskender, bir gece deniz kenarında giderken, denizden dev bir canavarın çıktığını gördü. Ağzında dev gibi bir inci vardı. İnci, ışık verirdi. Canavar, inciyi yere koydu ve karaya çıktı. Balıkçılar, bağırınca canavar inciyi bırakıp suya girdi. Balıkçılar, inci’yi alıp şaha götürdüler. Şah, dev inciye baktı ve içinde yedi iklimi gördü. Dağlar, denizler, şehirler, adalar görülüyordu. Hepsini inci’nin içinde gördü.
Yorum: Bir uzay aracı var gibi. Yuvarlak, dış yüzeyi parlayan inciye benzeyen bir UFO olabilir. İçindeki ortamı ise edebî bir dille ifade etmeye çalışmış olabilir.

Türk diyârlarından Merd şehrinde yaşayan bir uluya oradaki acayiplikleri sordular. Oda “Evvelce burada taştan yapılmış sivri bir put vardı. Boyu yüz arşından (6,8 metre) fazlaydı. Gökten indi diye, taparlardı.”dedi.
Yorum: Bizce bu büyük bir ihtimalle, bir roket… yada benzeri bir uzay aracı.

İskender, hortlağı, perisi çok olan bir yer gördü. Periler, bir saat insan, bir saat korkunç oluyorlardı. Bazılarına göre, bunlar insan, bazılarına göre cindi. Cin tayfası, göğe çıkmak istediğinde, yer ve gök arasında duran melekler, onlara mâni olurlar. Ellerinde kıvılcımlar vardır. Cinleri, kıvılcımlarla düşürür, öldürürler.
Yorum: Burada insana benzeyen halkın alışık olmadığı ve korktukları bir takım varlıklar anlatılıyor. Uzaylılar olabilir. İyiler ve kötü. Dünya dışı varlıklar arasında bir savaş var. Uzaya kaçmak isteyenler, iyi olan uzaylılar tarafından lazerlerle vurularak öldürülüyorlar.

Onlar geceleri dağlarda insan şeklinde yolcuların önüne çıkar. Kah uçar, kah dururlar. Yolculara sıkıntı çektirirler. Çok kimse, bu devleri görür. Dervişe benzer yüzleri olan geyiklere binerler. Bu dağlarda, geyiğe binmiş evliyâlar dolaşır.
Yorum: İnanılmaz ama bunları yazan kişiler, “Star Wars 2”yi izlemişler. Filmdeki saçlı, sakallı insanımsı suratlı geyiğe benzeyen yaratıkları anımsayın.

Ulu Tanrı 18 000 âlem yarattı. Bir çok mâhluk ile doldurdu. Kiminde melekler, kiminde türlü türlü mâhluklar vardır. Âlemlerin birisi zümrüt âlemiydi. Onlar uça uça kendi âlemlerinin hududuna geldiler ve bir başka âleme geçmeye karar verdiler. Havaya aktılar, süzüldüler. Küreleri geçtiler ve geri dönmediler.
Yorum: Galaktik yolcular, bundan daha iyi anlatılabilir mi? Kim bilir, ne zaman gelecekler? Belki de geldiler.

Süleyman devlerinin kimisi insan yüzlü, ötekileri kaplan suratlı veya gövdeli, kimi öküz başlı, kimi yılan şekilli, kimi ejderha başlı, kimi maymun yüzlü, kimi eşek ayaklı, kimi aslan yüzlü, kimi fil gövdeliydi. Ağızlarından ateşler saçılır. Yüzlerine bakanın ödü kopardı. Hepsi, Süleyman’ın emrindeydiler. Bunların gıdaları, sıcak rüzgar ve kaynar suydu.
Yorum: Yine “Star Wars” ama bu kez 1. bölümdeki bar sahnesi. Orda varlıkların nerdeyse tümü burada, kâğıda dökülmüş. Bu arada Süleyman’ın uzaylı bir komutan olduğunu düşünmemek elde değil.

Itlak denen şehir vardır. İskender oraya gitti. Halkına görünmedi. Üç gün orada kaldı, hayran hayran seyretti. Oradan başka bir şehre gitti. İçinde 200 dağ, 200 kale vardı. İçinde her gün savaşan periler yaşardı. İskender görünmedi. Şehirden çıktı, gitti. Sonra geri geldi. Bu kez onu gördüler. O anda değirmen taşı gibi bir fırıldak koptu geldi ve her kime dokunsa yok ederdi.
Yorum: Dönüp gelen fırıldak, bir uçan daire gibi. İskender’in de bir görünmezlik aleti var. İstediğinde yok oluyor. Peri denilen varlıklar, uzaylı varlıklar. Hâlen savaşmaktalar.

Derler ki Kâf Dağını görenlerin sayısı dörttür. Âdem’den sonra ikincisi, Süleyman’dır. Tahtını yel götürür. Bir günde bir aylık yol gider. Üçüncüsü, İskenderî Zülkarneyn’dir. Rivâyete göre onun tahtını bulut götürdü.
Yorum: Süleyman gibi efsânevî bir kişilik olan İskenderî Zülkarneyn’de (dikkat edin) – bu ismin Makedonyalı Büyük İskender’le bağlantısı yoktur – büyük bir olasılıkla dünya dışı bir varlık olsa gerek. Çünkü, ikisi de, tahtlarının içinde bulunduğu araçlarla uçabiliyorlar.

Dünya gibi Mars üzerindede gezilebilen Google Earth programını kullananlar bir koordinata geldiklerinde ilginç ve tanıdık bir görüntü ile karşılaşıyorlar. Mars gezegeninin yüzeyinde açık Arapça olarak ‘ES SELAM’ kelimesinin yazıldığı açıkça görülüyor.

Ancak daha ilginç olan İslam mütfekkiri Muhiddin Arabi’nin bu işaretin Mars’ta bulunduğunu eserlerinde belirtiyor olması. Bu yazı Arapça “Es selam” olarak açık bir şekilde görülmektedir. Bu yazının yan bölümlerinde’de yine hilaller bulunmaktadır. Bu iddia ne kadar doğru bilinmiyor. Bilim otoriteleri Mars üzerinde böyle işaretlerin oluşabileceğini söylüyor.

Futuhat-ı Mekkiye 1.Cilt, Bölüm 8’de, Muhiddin Arabi Hazretleri bu işareti şöyle anlatıyor:

”Allah’ın (c.c) izniyle kainatta izin verilen yerlere kadar Tayy-ı mekânla gezen kutuplardan biridir. Gezip gördüğü yerlerde geleceğin insanlarına Mars’ta olduğu gibi Selam ve benzeri izler bırakmıştır. Hatta gezdiği yerlerin tamamını “Hakikat Arzı” olarak nitelendirmiştir.”

Bu işaretin Mars’ın güney kutup bölümünde görüldüğü iddia ediliyor. Google Earth’da Mars koordinatları ise şöyle:

85’47 37 91 G 3 25 07 10 D

85’43.53.35 G 2 47.56.46.D

85’43 09.66 G 2 38.40.67 D

MUHİDDİN ARABİ KİMDİR ?

Muhiddin Arabi bundan 700 yıl öncesi yaşayan ve bir çok eser yazmış bir İslam mütefekkiridir. İslam tasavvufuna hakim olan belli başlı kişilerin arasında yer almıştır.

Muhiddin Arabi, Endülüs’te, Mursiye (Murcia) şehrinde doğdu. 8 yaşında ailece İşbiliye (Sevilla)ye göç ettiler. 1194’te Tunus’a, 1202’de Mekke’ye gitti. Daha 18 yaşında devrinin büyük mutasavvıfları arasında sayılıyordu. Bağdat’tan, Selçuklu hükümdarının daveti üzerine Konya’ya geldi. Selçuklu veliahti Prens Keykavus’a hoca tayin edildi. 1211 ‘de Keykavus hükümdar olunca Muhyiddin Arabi’nin nüfuzu büsbütün arttı. 1230′ da Şam’a yerleşti. 75 yaşında bu şehirde öldü, oradaki ünlü türbesine gömüldü. Türbe, 1518’de Yavuz Sultan Selim tarafından onarılmış, İslam dünyasının sayılı ziyaret yerlerinden biri haline gelmiştir.

Muhiddin Arabi çok verimli bir yazardır, 300 kadar eser bırakmıştır; bir o kadarı da bugün kaybolmuş bulunmaktadır. Aynı zamanda şairdi; en çok tasavvuf konularını işlemiştir. En ünlü eserleri El-Futuhatu’l-Mekkiye ile Fususu’l-Hikem’dir. Bu eserler sayılamayacak kadar çok basılmış, belli başlı dillere çevrilmiştir; etkileri büyük olmuştur, bu arada Ortaçağ Batı alemini de etkilemiştir.

Bizce başka söze gerek yok. Bunlar, Däniken’in ve ötekilerinin verdikleri örneklerin çok daha ötesinde ve etkili örnekler. Yine de yorum sizin…

Yazar Hakkında |

1980 yılında Kocaeli'nde doğdum. Yaklaşık 13 yıldır tasarımla uğraşmaktayım. Çok küçük yaşlardan beri Uzay ve ötesine olan ilgim doğrultusunda, merakımı gidermek ve bilgi sahibi olmak amacıyla bu konular üzerine yıllardır araştırma yapmaktayım.

Start typing and press Enter to search