ALALU NİBİRU GEZEGENİ İLE TEMASA GEÇİYOR
Nibiru’nun kısmeti benim ellerimde, kulak ver ve dinle. Koyu renkli Dünya’dan konuşucu tarafından Nibiru’ya ışınlanan sözleri böyleydi Alalu’nun. Alalu’nun sözleri kral Anu’ya iletildiğinde Anu çok şaşırdı; danışmanlar afalladı, bilgeler hayrete düştüler. Alalu ölmedi mi diye sordular birbirlerine. Başka bir dünyada, yaşıyor olabilir miydi gerçekten, diyorlardı inanmaz bakışlarla. Nibiru’da saklanmış, bir arabaya atlayıp, gizlendiği yere gitmiş olmasın dı?
Arabaların komutanları huzura çağırıldı; alimler ışınlanan sözleri incelediler. Sözler Nibiru’dan gelmemişti; dövülmüş bileziğin ötesinden söylenmişlerdi. Böyleydi bulguları; kral Anu’ya bildirdiler bunu. Anu şaşkınlığa uğramıştı, olanları düşünüyordu Alalu’ya. Onu işittiğimizi bildiren sözler yollana, dedi huzurunda toplananlara. Gök arabaları yerinde emir verile, Alalu’ya şunları söylesinler: Kral Anu sana selamlarını yolluyor; sağ ve esen olduğunu öğrenmekten dolayı memnun.
ALALU ANU’NUN YERİNE GEÇMEK İSTİYOR
Nibiru’dan kaçıp ayrılman için hiç sebep yoktu, Anu’nun yüreğinden husumet geçmiyordu. Kurtuluş altınını gerçekten keşfettiysen eğer, Nibiru kurtulsun, izin ver. Anu’nun sözleri Alalu’nun arabasına ulaştı; Alalu derhal bunları cevapladı: sizi selamete çıkaracak, yaşamlarınızı kurtaracaksam, soyumun en üstün olduğunu ilan edecek bir mecliste toplansın prensler. Komutanların başına geçeyim, emirlerime boyun eğsinler. Meclis kral ilan etsin beni, Anu’nun yerine tahta geçeyim.
Alalu’nun sözleri Nibiru’ya ulaşıp işitildiğinde, şaşkınlık çok büyüktü. Anu nasıl azledilebilirdi ki, diyerek birbirlerine sordular danışmanlar. Ya Alalu numara yapıp gerçeği söylemiyor duysa? Nereye sığınmıştı? Gerçekten bulmuş muydu altını? Bilgeleri çağırdılar, eğitimlilere sorup danıştılar. En yaşlıları şöyle dedi: Alalu’nun ustasıydım ben. Başlangıca ilişkin hikayeleri işitmişti; göksel savaşı öğrenmişti o; sulak canavar Tiamat’ı (Dünya’nın atası) ve onun altın damarlarına dair bilgiler öğrenmişti.
NİBURU’DAKİLER  ALALU’DAN KANIT  İSTİYOR
Eğer gerçekten dövülmüş bileziğin ötesine yolculuk etti ise sığındığı yer Dünya’dır; yedinci gezegendir. Toplananların arasından bir prens çıkıp konuştu; Anu’nun oğullarından biriydi, Anu’nun eşi Antu’nun rahminin ürünüydü. Enlil’di adı, Emirler efendisi anlamına. Temkinli olmayı öğütlüyordu sözleri. Alalu koşullar öne süremez. Onun elinden hep belalar çıkmıştır, tahtı kaybetmişti ya ceza olarak, yumruk yumruğa çarpışmada.
Tiamat’ın altınını gerçekten bulduysa eğer, bunun kanıtı gerek; atmosferimizin korunması için yeterli midir? Dövülmüş bilezikten geçirilip Nibiru’ya nasıl getirilebilir? Anu’nun oğlu Enlil böyle konuştu, diğerleri de pek çok sorular sordular. Çok miktarda kanıt gerekliydi; pek çok yanıt verilmeliydi, dedi hepsi bir ağızdan. Toplananların sözleri Alalu’ya iletildi, yanıt istendi. Alalu bu sözlerin haklılığı üstünde düşündü ve sırlarını aktarmayı kabul etti.
Yolculuğuna ve zorluklarına ilişkin doğru bir rapor verdi. Sınayıcının kristal iç kısımlarını yerinden çekip çıkarttı; konuşucunun içine soktu kristalleri, tüm bulguları aktardı. Artık kanıt gönderilmiş olduğuna göre, kral ilan edin beni, emrime boyun eğin, diye sertçe talep etti. Bilgeler donakaldı, Alalu o dehşet silahlarıyla Nibiru’da çok felakete yol açmıştı, dehşet silahlarını patlatıp bileziğin arasından bir yol açmıştı.
Turu üstünde Nibiru o bölgeden geçerken, Alalu bela üstüne bela biriktirecekti. Mecliste hayret, korku, şaşkınlık vardı; krallığı bu şekilde değiştirmek gerçekten de çok ciddi meseleydi. Anu yalnızca soydan kral değildi; tahta dürüstçe güreşerek çıkmıştı. Prenslerin topluluğu arasından Anu’nun bir oğlu ayağa kalkıp konuştu. Her konuda bilgeydi; bilgeler arasında pek ünlüydü.
EA DÜNYA’YA GİTMEYİ ÖNERİYOR
Suların sırları konusunda bir ustaydı; E.A, evi su olan denirdi adına. Anu’nun ilk oğluydu; Alalu’nun kızı Damkina ile eşti. Beni vücuda getiren babam Anu kraldır, diyordu Ea; Alalu ise kayınbabam. İki kabileyi birleştirmekti evlenirken niyetim; şimdi bu çatışmayı yatıştırıp birlik sağlayan kişi, izin verin ben olayım. Anu’nun Alalu’ya göndereceği elçi olayım, Alalu’nun keşiflerini onaylayacak kişi olayım.
Bir araba içinde Dünya’ya gideyim, bilezikten geçmek için ateşle değil, suyla bir yol açayım. İzin verin de Dünya’da, değerli altını sulardan çıkarayım ki Nibiru’ya geri gönderilebilsin. Alalu bilgelerin kararını beklerken Dünya’da kral olsun, Nibiru’yu kurtaracaksa eğer, izin verin de ikinci bir güreş olsun, Nibiru’da kimin hüküm süreceğini belirlesin.
KONSEY ÖNERİYİ KABUL EDİYOR
Prensler, danışmanlar, bilgeler, komutanlar Ea’nın sözlerini hayranlıkla dinlediler; hikmetle doluydu bu sözler, çatışmaya çözüm bulmuşlardı. Öyle ola, diye ilan etti Anu. Ea yolculuk ede, altın test edile. Sonra Alalu’yla ikinci kez güreşeceğim, kazanan Nibiru’ya kral olur. Kararın sözü Alalu’ya aktarıldı; o bunlar üstünde düşündü ve kabul etti: Evlilik yoluyla oğlum olan Ea Dünya’ya gelsin.
Sulardan altın çıkarılsın, Nibiru’nun kurtuluşu için sınansın; ikinci bir güreş belirlesin Anu mu ben mi kral olacak? Öyle ola, diyerek ilan etti Anu toplananlara. Enlil itiraz etmek için ayağa kalktı; kralın sözleri değiştirilemezdi artık. Ea arabalar yerine gitti; komutanlara ve bilgelere danıştı. Uçuş görevinin tehlikelerini hesapladı; altını nasıl çıkartıp getireceğini düşündü. Alalu’nun aktardıklarını dikkatle inceledi.
Alalu’dan daha fazla sınama yapmak için sonuçlar istedi. Uçuş görevi için bir kaderler tableti biçimlendiriyordu; kullanılacak kuvvet su olacaksa eğer, nereden doldurulabilecekti? Arabanın neresinde depolanacaktı, kuvvete nasıl dönüştürülecekti? Bu düşünceler içinde geçti Nibiru’nun bir turu; hazırlıklarla geçti Nibiru’nun bir Şarı ( Bir Nibiru yılı. 3600 yıl). Görev için en büyük gök arabası hazırlandı.
EA YOLA ÇIKIYOR
Turunun kaderi hesaplandı, bir kader tableti sımsıkı sabitlendi; altın çıkartmak için Dünya’ya gitme görevi için elli kahraman gerekecekti. Anu yolculuk için onay verdi; Yolculuğun başlayacağı doğru zamanı seçmeleri için yıldız izlerler seçildi. Arabalar yerinde kalabalıklar toplandı, kahramanları ve onların önderini uğurlamaya gelmişlerdi. Kartal miğferlerini takmış, her biri balık giysisi giymiş olan kahramanlar birer birer girdiler arabaya.
Son binen Ea idi; kalabalıklara veda etti. Kralın hayır duasını almak üzere babası Anu’nun huzurunda diz çöktü. Evladım, ilk oğlum: çok uzaklara yolculuk edeceksin, hepimiz için tehlikeye atılacaksın; başarın sayesinde bela Nibiru’dan uzaklaşa; gidip sağ salim geri dönesin. Anu böyle diyerek uğurlayıp kutsadı. Ea’nın annesi Ninul onu kucağına alıp yüreğine sokarcasına sımsıkı sardı.
Anu’dan bir oğul olarak verildin de sen bana, niçin yerinde duramaz bir yürek verildi sana? Git ve o tehlikeli yolculuğu güvenle bitirip geri dön, dedi Ea’ya. Ea eşini şevkatle öptü, tek kelime etmeden sarıldı Damkina’ya. Enlil üvey kardeşiyle kucaklaştı. Başarılı olasın, dedi ona. Ea yüreğinde üzüntüyle girdi arabaya, yükselip süzülme emrini verdi.
UZAY GEMİSİ DÜNYA’YA DOĞRU YOLA ÇIKIYOR
Şimdi bu, yedinci gezegene yolculuğun ve sulardan gelen balık tanrı efsanesinin nasıl başladığının hikayesidir. Ea yüreğinde üzüntüyle girdi arabaya, yükselip süzülme emrini verdi. Komutan koltuğunda Ea değil, Anzu oturmaktaydı; arabanın komutası Ea’da değil, Anzu’daydı. Adının anlamı gökleri bilendir o idi, bu görev için özel olarak seçilmişti. Prensler arasında bir prensti; ceddi kral tohumundan.
Gök arabasını beceriyle yönlendirdi, Nibiru’dan kuvvetle yükselip havalandı ve yönünü uzaktaki Güneşe çevirdi. On lig ( Nibiru uzaklık ölçü birimi), yüz lig boyunca yol aldı araba; bin lig boyunca yolculuk etti. Küçük Gaga (Plüton) selamlamaya çıktı, onlara, kahramanlara hoş geldiniz mesajını iletti. Mavi renkli Antu (Uranüs’ün ikizi) , o güzel büyücü kadın yolu gösterdi. Anzu onun görünüşüne takıldı kaldı. Onun sularını inceleyelim diyordu Anzu.
Ea hiç durmaksızın devam etme emrini verdi, bu gidişi olup dönüşü olmayan bir gezegendir, dedi kuvvetle. Gezegenlerin sayılışında üçüncü olan göksel Anu’ya (Uranüs) doğru devam etti araba. Göksel Anu bir yanına yatmıştı; aylarından oluşan ordusu ( bu gün 27 uydusu vardır) çevresinde hızla döneniyordu. Sınayıcının ışınları su bulunduğunu gösteriyordu, gerekirse durulabileceğini işaret ediyordu Ea’ya.
Ea yola devam edelim, diyordu; Anşar’a, göğün önde gelen prensine doğru, yol gösteriyordu. Çok geçmeden Anşar’ın (Satürn) tuzağa düşüren çekişini hissetmeye başladılar; onun renkli halkalarına korku içinde hayran kaldılar. Anzu arabayı ustalıkla yönlendirdi; çarpışma tehlikelerinden akıllıca kurtuldu. Bir sonra karşılaşacakları, sert gezegenlerin önde geleni olan dev Kişar’dı. (Jüpiter)
UZAY GEMİSİ DÖVÜLMÜŞ BİLEZİK’E ULAŞIYOR
Onun ağının çekişi çok ama çok güçlüydü; Anzu büyük beceriyle arabanın rotasını diğer yana döndürdü. Kişar bu gök arabasına öfkeyle ilahi yıldırımlar fırlatıyordu, ordusunu bu davetsiz gelene yöneltti. Kişar yavaşça uzaklaştı ve araba bir sonraki düşmanıyla karşılaştı: Beşinci gezegenin hemen ötesinde dövülmüş bilezik (Mars gezegeninin önündeki asteroid kuşağı) saklanıyordu. Elinden çıkan bir aygıtı vızıldaması için kuran Ea, su fırlatıcının hazırlanmasını buyurdu.
Kendi çevresinde hızla dönen koca kayalardan bir orduya doğru hızla gidiyordu araba. Her biri arabayı vahşice hedeflemiş bir sapandan atılmış taşlara benziyordu. Ea’nın sözü üstüne, binlerce kahraman kuvvetinde bir su akıntısı fırlatıldı. Koca kayalar birer birer yüz çevirdiler; arabanın geçmesi için bir yol açılıyordu. Ama kaçan her bir koca kayanın yerine bir diğeri saldırıyordu.
Sayıları hesabın ötesinde, Tiamat’ın ikiye ayrılışının öcünü almak isteyen bir ordu. Ea tekrar tekrar emirler verdi, su fırlatıcıya sürekli vızıldayanla. Koca kayalar ordusuna tekrar tekrar yöneltildi su akıntıları; ve o koca kayalar tekrar tekrar yüz çevirip geçecek bir yol açtılar arabaya. Ve derken, en sonunda yol tamamen açıldı, araba hiç zarar görmeden devam edebildi.
EKİP ASTEROİD KUŞAĞINI GEÇMEYİ BAŞARIYOR VE MARS’A İNİYOR
Kahramanlardan neşe bağırtıları yükseldi; şimdi Güneş’in perdesi açılmış görüntüsü ile neşelerine neşe katıldı. Bu coşkunun ortasında Anzu’dan bir uyarı geldi: bu yolun açılabilmesi için aşırı su tüketmişlerdi, arabanın ateş taşlarını besleyecek su, yolculuğun geri kalanına yetmezdi. Karanlık derinlikte altıncı gezegeni görebiliyorlardı artık, Güneş’in ışınlarını yansıtıyordu.
Lahmu’da (Mars) su ( eserin devamında Mars’ın Nibiru gezegeninin etkisiyle hasara uğrayıp suyunu kaybettiğini göreceğiz.) var, diyordu Ea; arabayı onun üstüne indirebilir misin, diye sordu Anzu’ya. Anzu arabayı ustalıkla yöneltti Lahmu’ya, bu göksel tanrıya ulaşınca, bir tur attı arabayla onun etrafında. Gezegenin ağı çok güçlü değil, çekişiyle başa çıkmak kolay, diyordu Anzu. Görülecek bir manzaraydı Lahmu; çok renkliydi. kar beyazı takkesi, kar beyazı çarıkları. Ortası kırmızımsı renkte ve tam ortasında ışıldamaktaydı gölleri, ırmakları.
Anzu beceriyle yavaşlattı arabayı; bir göl kenarına nezaketle kondu. Ea ve Anzu, kartal miğferlerini takındılar; sert zemine adım atmak üzere aşağıya salındılar. Emir üstüne kahramanlar, suyu emeni uzattılar; arabanın iç kısımlarını gölün sularıyla doldurdular. Araba payına düşen suyla doluyorken, Ea ve Anzu etrafı kolaçan ediyordu. Sınayıcı ve çeşnici ile tüm meseleleri kesinleştirdiler.
NİBİRU’LULAR  DÜNYA’YA ULAŞIYOR
Sular içilebilirdi ama hava yetersiz. Tüm bunlar arabanın yıllıklarına kaydedildi; yoldan sapma ihtiyacı iyice tarif edildi. Canlılığı tazelenen araba yükselip süzüldü; iyicil Lahmu’ya veda ediyordu. Ötede turunu atmaktaydı yedinci (Dünya) gezegen: Dünya ve onun yoldaşı davet etmekteydi arabayı. Komutan koltuğunda Anzu’dan ses çıkmıyor, Ea da suskunlaşmış hiç konuşmuyordu.
Menzilleri hemen önlerindeydi; onun altını ya Nibiru’nun kurtuluşu olacaktı ya da belası. Araba yavaşlamalı yoksa Dünya’nın kalın atmosferinde kavrulup yok olacak, diye Anzu’ya anlattı Ea. Dünya’nın yoldaşı Ay’ın etrafında çemberler çizip yavaşlayalım, diye önerdi Ea ona. Ay’ın etrafında döndüler; Nibiru’nun göksel savaşta alt ettiği ay boynu eğik, yaralı yatmaktaydı. Arabayı böylece yavaşlatan Anzu onu, yedinci gezegene yönlendirdi. Arabayla Dünya’nın küresinin etrafından bir iki çember çizdikten sonra , onu sert toprağa doğru alçalttı.
Gezegenin üçte ikisi kar rengindeydi; ortası ise koyu renkli. Okyanusları görebildiler, sert toprakları görebildiler; Alalu’nun işaret fenerini arıyorlardı. Bir okyanusun kuru toprağa dokunduğu, dört nehrin sazlıklarla kaplandığı bir yere Alalu’nun işareti yol gösterdi. Araba sazlıklara konamayacak kadar büyük ve ağır, diyordu Anzu. Dünya’nın kuru toprakta çok güçlü olan çekici ağıyla oraya alçalamayız dedi Anzu, Ea’ya. Suya in! Okyanus’un sularına in, diye bağırdı Ea, Anzu’ya.
GEMİ OKYANUSA İNİYOR
Anzu gezegenin etrafında bir çember daha çizdi; arabayı büyük bir dikkatle okyanusun kenarına dek alçalttı. Arabanın kocaman ciğerleri havayla doldu; suların üstüne indi ama derinlere batmadı. Konuşucudan bir ses duyuldu: Dünya’ya hoşgeldiniz diyordu Alalu. Onun ışınlanan sesinin yönünden nerede olduğu belirlendi. Anzu arabayı o yana doğru çevirdi; şimdi bir sandal gibi yol alıyordu sular üstünde. Az sonra geniş okyanus daraldı; her iki yanında muhafızlar gibi görünür oldu kuru toprak.
Sol yanda kahverengi tepeler yükseliyordu; sağ yanda ise başı göğe değen dağlar. Alalu’nun yerine doğru gitmekteydi araba, bir sandal gibi yol almaktaydı sular üstünde. İleride sular altında kalmış kuru topraklar göründü, okyanusun yerini sazlıklar almaktaydı. Anzu kahramanlara emirler yağdırdı; balık giysilerinizi donanın, diye emretti. Arabanın bir kapağı açıldı ve kahramanlar bataklıklara indiler. Arabaya güçlü ipler bağlamışlardı, iplerle arabayı çekiyorlardı.
NİBİRU’LULAR MEZOPOTAMYA’YA AYAK BASIYOR
Alalu’nun ışınlanan sözleri giderek güçleniyordu: Acele edin! Acele edin, diyordu. Sazlıkların kıyısında, baktılar ki şöyle bir manzara: Güneş ışıklarının altında parlıyordu Nibiru’dan bir araba; Alalu’nun gök arabasıydı bu! Kahramanların adımları hızlandı, Alalu’nun arabasına doğru seğirttiler. Sabırsızlanan Ea kendi balık giysisini kuşandı; kalbi göğsünde davul gibi gümbürdüyordu. Sazlıklara atladı, kıyısına doğru hızlı adımlarla yürüdü. Sazlıkları örten su yüksekti, dibi tahmininden daha derindeydi.
Yürümeyi bırakıp yüzdü; geniş kulaçlarla ileri atıldı. Kuru topraklara yaklaştığında, yeşil çayırları görür oldu. Derken ayağı sert zemine dokundu; ayağa kalkıp yürüyerek devam etti. İleride Alalu’yu görüyordu; kollarını şevkle sallayan. Sulardan çıkan Ea kıyıya ayak bastı: Koyu renkli Dünya’nın üstünde durmaktaydı. Alalu koşarak karşıladı damadını, sımsıkı kucakladı onu. Hoş geldin başka bir gezegene, dedi Ea’ya Alalu.
MEZOPOTAMYA’DA ARAŞTIRMALAR BAŞLIYOR
Şimdi bu Eridu’nun ( Nibiru halkının dünya da kurduğu ilk şehir) Dünya’da nasıl kurulduğunun, yedi gün hesabının nasıl başladığının hikayesidir. ( Tevrat’ta geçen yedinci gün dinlenme ve hiç çalışmama ritüelinin nasıl Sümer kaynaklı olduğunu birazdan göreceğiz) Alalu hiç konuşmadan uzunca kucakladı Ea’yı; gözleri mutluluk göz yaşlarıyla doldu. Ea hürmetle eğildi onun önünde, kayınbabasına saygısını gösteriyordu. Kahramanlar ilerliyordu sazlıklarda; çoğu balık giysisine bürünmüş, kuru toprağa varmak için hızlanmaktaydı. Araba yüzer halde kalsın, diye emrediyordu Anzu. Sulara demirleyin onu, ilerideki çamurdan sakının!
Kahramanlar kıyıya çıktılar, Alalu’nun huzurunda hürmetle eğildiler. Anzu kıyıya çıktı; arabadan en son inendi. Alalu’nun huzurunda hürmetle eğildi; Alalu ile kucaklaştılar. Oradaki herkesi güzel sözlerle karşıladı Alalu. Orada toplananlara, Ea komutanlık söylevi verdi. Burada Dünya’da komutan benim diyordu. Ölüm kalım görevi için geldik, Nibiru’nun kısmeti bizim ellerimizde. Etrafına bakındı, ordugahı için bir yer arandı. Toprak yığın, şurada bir tepe oluşturun, emrini verdi Ea ; bir ordugah kurdular.
KISA DÜNYA GÜNLERİ NİBİRU’LULARI KORKUTUYOR
İşaret ettiği yerden çok uzak olmayan bir noktaya, Alalu tarafından dikilmişti sazdan bir kulübe. Sonra Anzu’ya seslendi: Işınlayarak ilet sözleri Nibiru’ya, babam kral Anu’ya başarıyla indiğimizi bildir. Çok geçmeden göğün rengi değişti; parlakta kırmızımsıya dönmekteydi. Gözlerinin önüne, hiç görmedikleri bir manzara seriliverdi: Güneş kırmızı bir top gibi ufukta gözden kayboluyordu. Korku sardı kahramanları, bir büyük afet geliyorsa, diye ürktüler. Alalu gülerek rahatlatan sözler söyledi.
Bu Güneş’in batışı, Dünya’da bir günün sona erişini işaret ediyor. Kısa bir dinlenme için yatıp uzanın; Dünya’da gece inanılmayacak kadar kısa. Çok geçmeden, bir anda Güneş tekrar görünecek, Dünya’da sabah olmuş olacak. Çabucak çöktü karanlık; Dünya’yı göklerden ayırdı. Karanlığı delip geçiyordu yıldırımlar, gökgürültülerini izledi yağmurlar. Rüzgarlarla uçuştu sular; yabancı bir tanrının fırtınalarıydı bunlar. Arabanın içinde çömelip kaldı kahramanlar; arabanın içinde birbirlerine sokuldular.
Dinlenmek ne kelime, çok huzursuzdular. Kalpleri hızla atarken beklediler Güneş’in dönüşünü. Onun ışınları tekrar göründüğünde gülüyorlar, neşeyle birbirlerinin sırtına şamar atıyorlardı. Akşam oldu, sabah oldu ve Dünya’da ilk gün oldu. Gün ağarınca Ea yapılacakları tasarladı; suları sulardan ayırmaya verdi dikkatini. Engur’u tatlı su ustası atadı, içilecek suları o sağlayacaktı. Alalu ile yılan gölcüğüne gitti o; onun tatlı suları üstüne düşünecekti. Gölcükte kötü yılanlar kaynıyordu, dedi Engur, Ea’ya.
HER GÜN YENİ BİR ARAŞTIRMA
Sonra Ea sazlıklar üstüne düşündü; yağmur sularının bolluğunu hesapladı. Enbilulu’yu sazlıklardan sorumlu atadı; sazlık çalılarının sınırlarını belirlemeye yolladı. Enkimdu’yu hendek ve su yolu işlerine atadı; sazlıkların etrafında bir sınır oluşturacak, gökten inen yağmurların toplanması için bir yer yapacaktı. Aşağı sulardan böyle ayrıldı yukarı sular; sazlıkların suyu ile tatlı sular araya set çekip ikiye ayrıldılar. Akşam oldu, sabah oldu ve Dünya’daki ikinci gün oldu.
Güneş sabahı muştulayınca, kahramanlar verilen görevleri yapmaya koyuldular. Alalu ile Ea ise adımlarını çayırlara ve ağaçlara doğru döndürdüler. Meyve bahçelerinde her şey yetişiyordu; bitkiler ve meyvelerin türleri incelenmeliydi. Ea veziri İsimud’a soruyordu soruları: Bu bitki ne, şu bitki ne, diye sıralıyordu. Çok bilgili olan İsimud yetişen iyi besinleri ayırt edebilmekteydi; bir meyve kopartıp verdi Ea’ya, bu bir bal bitkisi, diyordu Ea’ya. Bir tane kendi yedi, bir tane Ea yedi.
Yetişen besinlerden iyilerini ayırma işinin başına Ea, kahraman Guru’yu atadı. Kahramanlara su ve yiyecek böyle sağlandı ama doymadılar. Akşam oldu, sabah oldu ve Dünya’daki üçüncü gün oldu. Dördüncü gün rüzgarların hızı kesildi, araba dalgalarla sallanmaz oldu. Arabadan araç gereç getirile, ordugaha meskenler kurula, diye buyurdu Ea. Kalıp ve tuğlanın başına Ea, Kulla’yı atadı; kilden tuğlalar biçimlendirecekti. üstüne meskenlerin dikileceği temelleri Muşdammu atacaktı.
Güneş gün boyunca ışıldadı; gün boyunca ışık boldu. Akşam vakti Kingu, Dünya’nın ayı yusyuvarlaktı, Dünya üstüne soluk bir ışık saçtı. Geceye hükmeden alt dereceden bir ışık olarak göksel tanrılar arasında sayılacaktı. Akşam oldu, sabah oldu ve Dünya’daki dördüncü gün oldu. Beşinci gün Ea, Ningirsig’e sazlardan bir sandal yapmasını emretti. Sazlıkların genişliği hesaplanacak, bataklıkların nerelere uzandığı üstünde düşünülecekti. Sularda kaynaşan, havada uçan her şeyi bilen Ulmaş’tı, birlikte iyiyi kötüden ayırmaya gittiler.
Sularda kaynaşan, kanadı olup havada uçan türlerden çoğu Ulmaş’a yabancıydı; sayıları çok ama çoktu; sazanlar iyi idi, kötüler arasında yüzüyorlardı. Sazlıklar ustası Enbilulu’yu çağırttı Ea; hendek ve su yolundan sorumlu Enkimdu’yu çağırttı: Onlara konuştu; kamışlıklar ve yeşil sazlarla sazlıklarda bir engel yapacaklar, balığı balıktan ayırmak için bir kapalı mekan, sazanların kaçamayacağı bir ağ tuzağı, yenebilecek hiç bir kuşun kapanından kurtulamayacağı bir yer oluşturacaklardı.
Böylece balık ve kuşların iyi olanları ayrıldı ki kahramanlara besin olsun. Akşam oldu, sabah oldu ve Dünya’daki beşinci gün oldu. Altıncı gün Ea, meyve bahçesindeki yaratıkların üstünde düşündü. Enursag’a sürünen ve yürüyen her şeyi ayırt etmesi görevini verdi; bunların çeşitliliği Enursag’ı çok şaşırttı; vahşiliklerinin şiddetini Ea’ya etraflıca anlattı. Kulla’yı çağırttı Ea; Muşdammu’ya emirler verdi acilen. Akşam vakti meskenler bitmiş ola, korunmaları için çevreleri çitle çevrile.
Kahramanlar bu görevi üstlendiler, temellerin üstüne hızla çıktılar tuğla sıralarını. Sazlardan yapıldı damlar, kesilen ağaçlarla dikildi çitler. Anzu arabadan bir öldüren ışın getirdi; Ea’nın meskenine sözler ışınlayan konuşucu kurdu; akşam vakti tamamlanmıştı ordugah. Gece için orada toplandı kahramanlar. Akşam oldu, sabah oldu ve Dünya’daki altıncı gün oldu. Yedinci günde ordugahtaki kahramanlar biraraya toplandı; Ea onlara konuşacaktı: Çok tehlikeli bir yolculuktan sonra buraya vardık.
YEDİNCİ GÜN DİNLENME EMRİ VERİLİYOR
Nibiru’dan yola çıkıp yedinci gezegene dek çok tehlikeli bir yolculuk yaptık. Başarıyla indik Dünya’ya; çok iyi şeyler başardık, bir ordugah kurduk. Bu gün dinlenme günü olsun; bundan böyle her yedinci günde hep dinlenile. Bundan böyle burası uzaklardaki yuva anlamına Eridu adıyla biline. Sözümüzü tutalım, Eridu’lu Alalu’yu komutan ilan edelim. Toplanan kahramanlar hep birlikte bağrışıp onayladılar. Alalu uygun bulduğunu söyleyip Ea’ya övgüler düzdü: Ea’ya ikinci bir ad verile. Bundan böyle ona, hünerli biçimlendirici anlamına Nudimmud denile. Kahramanlar hep birlikte bağırışıp onayladılar. Akşam oldu, sabah oldu ve Dünya’daki yedinci gün oldu.
Tabletimizdeki ve diğer Sümer tabletlerindeki bu altı gün çalışıp, yedinci gün dinlenme din kitaplarına yaratılış safhaları olarak geçti. Bu gün sık sık araştırmacıların gündeme getirip tartıştığı, yaratılıştaki bahsi geçen bir gün bin yıl demek gibi ( öyle bile olsa bilimsel gerçeklerle çelişir. Çünkü evren 15 milyar yaşındadır. Dünya 4.5 milyar yaşındadır) açıklamalarla savundukları yaratılış hikayesinin aslı budur. Bu örnek din kitaplarının Sümer tabletlerinden bazen kelimesine kadar alıntılar yaptığını gösteren örneklerden sadece biridir. Şimdi aynı hikayeyi Tevrat’tan okuyalım.

“Bab 1- 1-Başlangıçta Tanrı göğü ve yeri yarattı. 2- Yer boştu, yeryüzü şekilleri yoktu; engin karanlıklarla kaplıydı. Tanrı’nın Ruhu suların üzerinde hareket ediyordu.
3-Tanrı, “Işık olsun” diye buyurdu ve ışık oldu. 4-Tanrı ışığın iyi olduğunu gördü ve onu karanlıktan ayırdı. 5-Işığa “Gündüz”, karanlığa “Gece” adını verdi. Akşam oldu, sabah oldu ve ilk gün oluştu.
6- Tanrı, “Suların ortasında bir kubbe olsun, suları birbirinden ayırsın” diye buyurdu. 7- Ve öyle oldu. Tanrı gökkubbeyi yarattı. Kubbenin altındaki suları üstündeki sulardan ayırdı. 8-Kubbeye “Gök” adını verdi. Akşam oldu, sabah oldu ve ikinci gün oluştu.
9-Tanrı, “Göğün altındaki sular bir yere toplansın, kuru toprak görünsün” diye buyurdu ve öyle oldu. 10- Kuru alana “Kara”, toplanan sulara “Deniz” adını verdi. Tanrı bunun iyi olduğunu gördü.
11-Tanrı, “Yeryüzü bitkiler, tohum veren otlar, türüne göre tohumu meyvesinde bulunan meyve ağaçları üretsin” diye buyurdu ve öyle oldu. 12- Yeryüzü bitkiler, türüne göre tohum veren otlar, tohumu meyvesinde bulunan meyve ağaçları yetiştirdi. Tanrı bunun iyi olduğunu gördü. 13-Akşam oldu, sabah oldu ve üçüncü gün oluştu.
14-15- Tanrı şöyle buyurdu: “Gökkubbede gündüzü geceden ayıracak, yeryüzünü aydınlatacak ışıklar olsun. Belirtileri, mevsimleri, günleri, yılları göstersin.” Ve öyle oldu. 16-Tanrı büyüğü gündüze, küçüğü geceye egemen olacak iki büyük ışığı ve yıldızları yarattı. 17-18-Yeryüzünü aydınlatmak, gündüze ve geceye egemen olmak, ışığı karanlıktan ayırmak için onları gökkubbeye yerleştirdi. Tanrı bunun iyi olduğunu gördü. 19-Akşam oldu, sabah oldu ve dördüncü gün oluştu.
20-Tanrı, “Sular canlı yaratıklarla dolup taşsın, yeryüzünün üzerinde, gökte kuşlar uçuşsun” diye buyurdu. 21-Tanrı büyük deniz canavarlarını, sularda kaynaşan canlıları ve uçan çeşitli varlıkları yarattı. Bunun iyi olduğunu gördü. 22-Tanrı, “Verimli olun, çoğalın, denizleri doldurun, yeryüzünde kuşlar çoğalsın” diyerek onları kutsadı. 23- Akşam oldu, sabah oldu ve beşinci gün oluştu.
24- Tanrı, “Yeryüzü çeşit çeşit canlı yaratık, evcil ve yabanıl hayvan, sürüngen türetsin” diye buyurdu. Ve öyle oldu. 25- Tanrı çeşit çeşit yabanıl hayvan, evcil hayvan, sürüngen yarattı. Bunun iyi olduğunu gördü.
26- Tanrı, “Kendi suretimizde, kendimize benzer insan yaratalım” dedi, “Denizdeki balıklara, gökteki kuşlara, evcil hayvanlara, sürüngenlere, yeryüzünün tümüne egemen olsun.”
27- Tanrı insanı kendi suretinde yarattı, onu Tanrı’nın suretinde yarattı. Onları erkek ve dişi olarak yarattı. 28-Onları kutsayarak, “Verimli olun, çoğalın” dedi, “Yeryüzünü doldurun ve denetiminize alın; denizdeki balıklara, gökteki kuşlara, yeryüzünde yaşayan bütün canlılara egemen olun. 29- İşte yeryüzünde tohum veren her otu, tohumu meyvesinde bulunan her meyve ağacını size veriyorum. Bunlar size yiyecek olacak. 30- Yabanıl hayvanlara, gökteki kuşlara, sürüngenlere -soluk alıp veren bütün hayvanlara- yiyecek olarak yeşil otları veriyorum.” Ve öyle oldu. 31-Tanrı yarattıklarına baktı ve her şeyin çok iyi olduğunu gördü. Akşam oldu, sabah oldu ve altıncı gün oluştu. Bab 2 1-Gök ve yer bütün öğeleriyle tamamlandı. 2- Yedinci güne gelindiğinde Tanrı yapmakta olduğu işi bitirdi. Yaptığı işten o gün dinlendi. 3-Yedinci günü kutsadı. Onu kutsal bir gün olarak belirledi. Çünkü Tanrı o gün yaptığı, yarattığı bütün işi bitirip dinlendi.”

Görüldüğü gibi akşam oldu, sabah oldu sözleri bile aynı. Burada ki Tanrı’nın dinlenmesi sözü Tevrat’ı tamamen ele veriyor. Kur’an bu dinlenen Tanrı kavramını çağının şartlarına göre tahtına oturma şeklinde değiştiriyor. Öyle ki, ‘yorulmadım ki’ deme gereği bile duyar. ” O, gökleri yeri ve aralarındakileri altı günde yarattı, sonra arş üzerine hükümranlığını kurdu. Furkan 59″. ” And olsun ki, biz o gökleri, yeri ve aralarındakileri altı günde yarattık. Bize bir yorgunlukta dokunmadı. Kaf-38″. ” Odur ki gökleri ve yeri altı günde yarattı. Sonra arş üzerine hükümranlığını kurdu. Hadid 4″.
DÜNYA’DA ALTIN ARAYIŞI BAŞLIYOR
Şimdi bu altın arayışının nasıl başladığının ve Nibiru’da yapılan, Nibiru’yu kurtarma planlarının nasıl işlemediğinin hikayesidir. Eridu ordugahı kurulduktan ve kahramanlar yiyeceğe doyduktan sonra Ea sulardan altın çıkartma görevini başlattı. Arabada ateş taşları karıştırıldı, onun büyük fişeğini canlandırdı; suyu emen arabadan dışarı uzatıldı; sazlıkların sularının içine sokuldu. Sular kristallerden yapılma bir kaba yöneltildi, sulardan çıkartılan tüm metalleri o kapta topladı kristaller.
Sonra kaptan geçen sular Dışarı Tüküren ile balık göletine geri tükürüldü. Sularda ki metaller kabın içinde işte böyle toplandı. Becerikli Ea’nın eseriydi bu, ne hünerli biçimlendiriciydi o. Altı Dünya günü boyunca sazlıkların suları emilip sazlıkların suyu tükürüldü. Kabın içinde gerçekten de metaller birikti. Yedinci gün Ea ve Alalu bu metallleri incelediler, kabın içinde hangi metallerin biriktiğine baktılar. Demir vardı, çokça bakır vardı ama bol değildi altın.
Arabada, yine Nudimmud’un hünerinin bir eseri olan başka bir kapta metaller türlerine göre ayrıştırıldılar; türlerine göre ayrılıp kıyıya taşındılar. Altı gün boyunca kahramanlar uğraştı didindiler; yedinci gün dinlendiler. Altı gün boyunca kristal kaplar dolup dolup boşaldı, yedinci gün metaller sayılıp ayıklandı. Demir vardı, bakır vardı ve başka metaller de. Ama altından, bir avuç bile toplanmadı. Geceleri ay küçüldü büyüdü; Ea onun bir turuna Ay adını verdi.
AY TAKVİMİ UYGULANMAYA BAŞLANIYOR, MEVSİMLER TANIMLANIYOR
Ay’ın altı gün boyunca ışıltılı boynuzları o ayın hemen başını gösteriyordu. Tacı yarıya ulaşınca yedinci günü, o gün dinlenme günüydü. Ay’ın yarısında Ay giderek yuvarlanıp dolmaktaydı; durakladıktan sonra incelip solmaktaydı. Güneş’in rotasını Ay’ın turunda göründükçe o yüzünü Dünya’nın turuna doğru dönüyordu. Ay’ın hareketleriyle büyülenen Ea, onun Kingu olarak Ki’ye bağlılığı üstünde düşündü. Bu bağlılık neye hizmet ediyordu, hangi göksel işareti veriyordu. Ea Ay’ın bir turuna ay adını verdi; onun turuna ay dedi.
Bir ay boyunca, iki ay boyunca ayrıştırıldı sular arabada; Güneş her altı ayda bir Dünya’ya farklı bir mevsim veriyordu; Ea bunlara Kış ve Yaz dedi. Kış vardı ve Yaz vardı; Ea, tam bir turuna Dünya’nın yıl dedi. Yılın sonunda biriken altın hesaplandı. Nibiru’ya yollanacak kadar yoktu. Sazlıkların suları yetersizdi; arabayı derin okyanuslara taşıyalım, demekteydi Ea. Araba palanlarından çözüldü, gerisin geri kaydırıldı. Büyük dikkatle karıştırıldı kristal kaplar, tuzlu sular aralarından geçti.
OKYANUS SULARINDAN ALTIN ARANIYOR, TAHAMMÜL AZALIYOR
Metaller türlerine göre ayrıldı; aralarında ışıl ışıldı altın. Ea arabadan tüm olan bitenlerin sözlerini Nibiru’ya ışınladı; Anu bu habere gerçekten çok sevindi. Mukadder turunda Nibiru, Güneş’in meskenine doğru yol alıyordu. Nibiru Şar devresinde Dünya’ya yaklaşıyordu. Hevesle sorular soruyordu altın hakkında Anu. Nibiru’ya yollayacak kadar çok mu? Heyhat, sulardan yeterince altın toplanamadı. Bir Şar daha geçsin, miktar ikiye katlansın, diye akıl verdi Ea, Anu’ya.
Okyanus sularından altın elde etmeye devam edilirken Ea’nın yüreği sıkıntıdan daralıyordu. Arabanın parçalarından çıkartılanlarla bir gök odası birleştirilip yapıldı. Rehberliği iyi bilen Abgal’a gök odasının sorumluluğu verildi. Abgal ve Ea her gün gök odasıyla yükselerek uçup Dünya’yı ve onun gizlerini öğrenmeye koyuldu. Gök odası için kapalı bir mekan inşa edilip Alalu’nun arabasıyla yan yana içine kondu. Alalu’nun arabasındaki kristalleri her gün inceledi Ea; ışınlarıyla neler keşfettiklerini anlamaya çalıştı.
Altın nereden geliyor, diye sordu Alau’ya. Tiamat’ın altın damarları Dünya’nın neresinde? Abgal ve Ea gök odasıyla yükselerek uçup Dünya’yı ve onun gizlerini öğreniyordu. Büyük dağlar üstünde dolaştılar; vadilerde büyük nehirler gördüler; aşağıda bozkırlar ve ormanlar, binlerce lig genişliğinde alabildiğine uzanıyordu. Okyanuslarla ayrılmış çok geniş topraklar belirlediler; Tarayan ışınla toprakların derinlerine baktılar. Nibiru’da sabırlar tükeniyordu. Altın koruma sağlayabilir mi, haykırışları yükselmeye başladı.
ALALU’NUN ARABASINDAKİ FÜZELER SÖKÜLÜP SAKLANIYOR
Altını topla, Nibiru’ya yaklaştığında altını yollamalısın, emrini verdi Anu, Ea’ya. Alalu’nun arabasını onar ki, Nibiru’ya dönmeye uygun, Şar tamamlandığında hazırlanmış ola, diyordu Anu. Ea babası kral Anu’nun sözlerine kulak verdi. Alalu’nun arabasını onarmak üstünde düşündü. Bir akşam gök odasıyla arabanın yanı başına indiler, Abgal ile birlikte, arabaya girdiler; karanlıkta gizli bir iş yaptılar. Dehşet silahlarını, yedi taneydi, arabadan dışarı çıkarttılar; onları gök odasına yükleyip içinde iyice gizlediler.
Gün doğunca Ea, Abgal ile gök odasına binip yükselerek süzüldü; başka bir diyara gidiyorlardı. Orada, gizli bir yere sakladı Ea silahları; bir mağaraya, bilinmeyen bir yere depoladı. Sonra Anzu’ya emir verdi Ea; Alalu’nun arabasını onarması, Nibiru’ya dönecek hale getirmesi, Şar bitiminde hazır etmesi talimatını verdi. Arabaların usulleri üstüne çok becerikli olan Anzu tüm gücüyle bu işe koyuldu; arabanın iticilerini yeniden mırıldanır hale getirip tabletlerini dikkatle ele aldı.
Dehşet silahlarının yokluğunu çok geçmeden anladı. Öfkeyle bağırdı Anzu; Ea niçin onları uzaklara gizlediğini şöyle açıkladı. Silahların kullanılmayacağına yemin etmiştik. Ne göklerde ne de sert diyarlarda bir daha asla kullanılmayacaklar. Onlar olmazsa Dövülmüş bilezikten geçmek hiç güvenli olmaz, diyordu Anzu. Onlar olmazsa, Su Fırlatıcılar olmazsa tehlike dayanılmaz olur. Eridu’lu komutan Alalu, Ea’nın sözlerini dinledi ve Anzu’nun sözlerine kulak verdi.
ABGAL NİBİRU’YA GİDECEK GEMİYİ KOMUTA EDİYOR
Ea’nın sözleri Nibiru meclisi tarafından onaylandı, diyordu Alau. Ama araba dönmezse, Nibiru mahvolacak. Yol buluculuğu bilen Abgal cesurca çıkıp dikildi önderlerin önünde. Kılavuz ben olacağım; tehlikelerle yiğitçe karşılaşacağım, diyordu. Böylece karar verildi. Kılavuz Abgal olacak ve Anzu Dünya’da kalacaktı. Nibiru’da yıldız izlerler göksel tanrıların kaderleri üstünde düşündüler; talihli bir gün seçtiler. Alalu’nun arabasına sepetler dolusu altın taşındı.
Arabanın ön kısmına geçti Abgal, komutan koltuğuna oturdu. Ea kendi arabasından bir kader tableti alıp ona verdi. Yolu sana gösteren olacak senin için bu; bununla bulacaksın açılmış olan yolu. Arabanın ateş taşlarını karıştırdı Abgal; uğultuları bir müzik gibi büyüleyiciydi. Arabanın büyük fişeğini canlandırdı; kırmızımsı bir parlaklık yaymaktaydı. Ea ve Alalu, kahramanlar topluluğu onu uğurluyordu. Derken araba bir kükremeyle göğe yükselip göklere çıkıverdi. Yükselişin sözleri ışınlandı Nibiru’ya; Nibiru’da büyük bir bekleyiş başladı.